24 Eylül 2015 Perşembe

Sanatçısının heykelini dikebilen bir il. KIRŞEHİR

         Kırşehir ilginç ve Türk tarihinde önemli yeri olan bir şehirdir. Burada doğan ve sonradan burada valilik de yapan CACABEY en önemli şahsiyetlerden olsa da bu yönüyle pek fazla bilinmez. Bir bilgin de olan CACABEY tarihimizdeki önemli astronomlardandır. Halen faaliyette olan kendi adıyla anılan camiinin kubbesinin üstü açıktı ve kubbenin altındaki bir kuyudan yıldızlar ve gökyüzü gözleniyor ve kayıtlar tutuluyordu.
Güzelim Caminin önünü SÜSLEYEN(!) belediye güneşlikleri.
        Sonradan Cumhuriyet döneminde Kırşehir'in popülaritesini en yüksek duruma getiren şahsiyet.Osman Bölükbaşı olmuştur. Büyük Millet Meclisinin bu, iktidarlara kök söktüren milletvekili neredeyse tek kişilik bir ordu gibi radyolarda, meydanlarda halkın karşısında iktidarları silkeleyip durmuştur.
         Zamanın en güçlü başbakanı Adnan Menderes ondan kurtulmak için Kırşehiri Kayseriye bağlı bir ilçe yapmaktan da çekinmeyecek kadar ileri gidebilmiştir.
         Kırşehir ABDAL geleneğinden gelme sanatçılarıyla da ünlüdür. Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş'ın ünleri sınırlarımızı aşmıştır.
        Ülkemizde pek çok il pek çok sanatçı yetiştirmiştir. Durun durun bu tabiri beğenmedi. Şöyle desek daha doğru olur. Pek çok ilde kendi kendilerini yetiştirmiş sanatçılar çıkmıştır. Çünkü bizde sanatçıları iller yetiştirmiyor sanatçılar kendi gayret ve çabalarıyla kendi kendilerini yetiştiriyor. Her ne ise.
         Kırşehir kendi kendini yetiştirmiş olsa da sanatçısını onurlandıran benim bildiğim tek ildir.
2002 yılında Kırşehir'e ilk gittiğimde Muharrem Ertaş'ın heykelini gördüm. Bu kadirşinaslık beni çok duygulandırmıştı. Son Kayseri yolculuğumda CACABEY camii ile MUHARREM ERTAŞ heykelini mutlaka fotoğraflamak istediğimden şehre giriş yapmıştım. İki hayal kırıklığım oldu. CACABEY Camii. Çevresi iyi düzenlenmişti ama üstünde koskocaman KIRŞEHİR BELEDİYESİ yazılı güneşlikler caminin ön cephesini berbat bir duruma getiriyordu. Muharrem Ertaş heykeli ise trafik işaretlerine kurban edilmişti. Bunu kötü niyete bağlamıyorum ama daha dikkatli ve özenli davranmak Kırşehir halkına ve Belediyesine daha yakışırdı diye düşünüyorum.
Takdir edilecek bir kadirşinaslık Muharrem Ertaş'ın heykeli ancak sonradan trafik işaretlerinin gölgesine itilmiş.

23 Eylül 2015 Çarşamba

KAYSERİ TATİLİ.

       Başlığa bakıp da "Kayseride tatil mi olur" demeyin Adınız Vural Atılgan olursa olur. Neden mi.
Kayseri Cumhuriyet meydanı ve ünlü, simge saat kuleri.
ben 1952-1956 yılları arasında Kayseride yaşadım. Gördüğüm ilk şehirdir Kayseri. İlkolulu Etiler ilkokulunda orta 1-2 yi Kayseri lisesinde okudum. Hayatımda gördüğüm en şiddetli kışları burada gördüm. Taş döğüşüne burada katıldım. Dönerkümbetin içinde çok saklambaç oynadım. Para ödeyerek ilk defa burada sinemaya gittim. İçkale'nin sebze pazarı olduğu zamanlarda burada babamdan gizli sebze sattım, para kazanmayı öğrendim. İki yaz tatilinde Börekçiler çarşısında (kapalıçarşı) camcı Mustafa ve Hacı Gencer kardeşlerin yanında çıraklık yaparak camcılığı öğrendim. Hala da bilirim.
         Cumhuriyet meydanında coşkulu 29 Ekim bayramlarını 23 Nisanda ilk kez çocuk balesini yaşadım.
         Yoğunburç dibindeki kamyon kasasında Tarzancılık oynarken kolumu burada kırdım.
         Belediyenin kara sineklerle mücadele için bulduğu kilo ile sinek satın alma programından 2 lira kazandım ama bu sineklerin çok hafif geldiğini anlayarak "Attığın taşın ürküttüğün kurbağaya değmesi gerektiğini" öğrenerek bu işi bir daha yapmadım.
         İlk göz ağrımız olan 3 günlük Gesi, ve 3 aylık Muncusun ikametimizi hiç unutamadım. Ordu evinde ablamın düğünü bu şehirde yapıldı. En küçük kardeşim Emel burada dünyaya geldi.
SAHABİYE MEDRESESİ ve bizim takım.
         Türkiyede yollarını asfalt yapmaya başlayan ilk şehir olurken efsane belediye başkanı Osman Kavuncuyu burada asfalt döken cezaevi mahkumlarının başında burada seyrettim.
        50.000 nüfuslu olan o zamanki Kayseri'de sanırım 10.000 eşek vardı ve hemen her sabah bağlardan şehre akşamları da bağlara kelli felli binicilerini taşır dururlardı.
Soldaki modern bina Kayseri Hilton Sağda 800 yıllık SAHABİYE medresesi
        Günde 3 defa vardiya sirenleri çalardı ve insanlar evlerinden sokağa dökülür miting varmış gibi bir kısmı işbaşı yaparken bir kısmı da fabrikalardan sokağa dökülürlerdi.
        Uçak fabrikası, Sümer bez fabrikası, Anatamir fabrikası ve daha aklıma gelmeyen tüm fabrikalar Kayseri insanının neredeyse tamamını istihdam ederdi. Kadınlar mı? onlar evlerde halı dokur deri debbağlarlardı. Çeşme başı sohbetleri en büyük eğlenceleriydi.
        Cumhuriyet meydanında ilk defa idam seyrettim.
Sivas Caddesi
        Sonra 3 defa daha kayseri'ye gittim. ilk gidişimde Etiler İlkokulunu buldum. Terkedilmişti bakımsızdı ama taş yapı dimdik ayaktaydı. O sıralarda sanayiciliğe başlamıştım. Gelecek vadeden bir işim vardı ve bu okulu restore ettirmeye karar vermiştim. Birkaç yıla ihtiyacım vardı. Ancak işler iyi gitmedi bu arzumu gerçekleştiremeyecektim. İkinci gidişimde okulumu bulamadım. Koskoca bir mahalle yerle bir edilmişti. Ayakta sadece birkaç cami ve kümbet vardı. Şaşırıp kalmıştım. Soruşturmaya başladım bilen yok.
       Sonunda benim yaşlarımda biri yanıma gelip kolunu omuzuma attı. "Bak beyefendi şu gördüğün ziyaret okulun bahçesindeki ziyarettir."
Bizim takım Dönerkümbet önünde
       "Tamam hatırladım ama okul nerede?" diye sordum. "İşte şu dört katlı Kız meslek lisesi yazan bina onun yerine yapıldı." İstemeden tüm hayallerim ve ideallerim yıkılmıştı gözlerimin yaşardığını saklayamadım. Adam kolumdan beni yandaki çay ocağına doğru çekerken onun da gözlerinin yaşardığını farkettim. Çaylar gelirken ikimiz de ağlıyorduk. O da o okulda okumuş. Onun da rüyası zengin olursa- ki her inasanın hayalidir ama çok azı gerçekleşir- Etiler ilkokulunu restore etmekmiş.
        Bir yakınının cenazesinden üzgün ve yorgun dönmüş iki üzgün insan gibi sessizce çaylarımızı içip sonra da birbirimizin ismini bile sor
mayı akıl edemeden sarılıp vedalaştık.
        İşte böyle anılarınız varsa ve adınız Vural Atılgan ise Kayseri'ye de başka yerlere de tatile gidersiniz. Biz de ailece 4 günlük bir Kayseri tatili yaparak tam 25 kat büyümüş olan Kayseri'de kâh yolumuzu kaybederek kâh elimizle koymuş gibi bularak tatilimizi yaptık. Ancak genel olarak çok gelişmiş bir kent bulmuş olmama rağmen hafızasının silinmiş olduğuna da çok üzülmüş olduğumu söylemeliyim.

Bir zamanlar sebze hali, sonra AVM şimdi is ne yapıldığını kimsenin bilmediği İçkale

16 Eylül 2015 Çarşamba

vuralınyeri: Anılara yolculuk MUNCUSUN

vuralınyeri: Anılara yolculuk MUNCUSUN: MUNCUSUN.         Kafamın bir tarafında hep eski yaşadığım yerleri özlemek, oraları ne yapıp edip bir defa daha görmek fikri yaşar. Fırs...

6 Eylül 2015 Pazar

Anılara yolculuk MUNCUSUN

MUNCUSUN.
        Kafamın bir tarafında hep eski yaşadığım yerleri özlemek, oraları ne yapıp edip bir defa daha görmek fikri yaşar. Fırsat buldukça da gerçekleştirmeye çalışırım. Sanırım bunun asla gerçekleşemeyeceği bir yer var o da Van. Malum, terör bunu engelleyen en önemli şey.
Yakın köşedeki oda bizim üç ay yaşadığımız yerdir. 
Kayseri birden fazla gittiğim çocukluk günlerimin geçtiği yerdir. Yine de ayrıntılara ulaşmak son derece güç oluyor. Bu defa eşimi de alarak ve daha rahat hareket etmek için kendi arabamla onca yolu göze aldım.
         Şehir dışında Gesi ve Muncusun gitmek istediğim yerlerdi. Yola koyulduk.
Şehirdeki değişim öyle muazzamdı ki eğer kale, camiler ve kümbetler olmasa en fazla 5 yıl önce gittiğim Kayseride kaybolmak işten bile değildi.
İlerdeki kapı odamızın kapısıydı.
         İlk defa Muncusun ve Gesi için yol tarifleri aldım. Çevre yolları, viyadükler ve kavşaklar öylesine karmaşıktı ki şehirden çıkmak da bir sorundu. Neyse ki tabelalar ve biraz da içgüdü ile Sivas yolundan şehri terk ettik. Yine de yol sormadan köy bulmak kolay değildi. Karizmayı çizdirmek pahasına sordum. Ama küçük bir sorun vardı ben MUNCUSUN diyordum onlar düzeltip MANCUSUN diyordu. “aklımda yanlış kalmıştır diyerek yeni adı “Yeşilyurt” olan köye doğru yöneldik.
O zamanlar bize çok görkemli gelen merdivenler artık bir harabe
         Köye girerken artık kendimden ve hafızamdan emin değildim. Aklımda kalanla örtüşen tek bir görüntü yoktu. Köyün dar, karmaşık, inişli çıkışlı ve yer yer de traktörler tarafından kapatılmış yolları çok ama çok yabancıydı. Akıl sağlığımı kaybettiğimi düşünmeye başladım. Köylülere sordum onlar da bilmiyor. Sonunda yaşlı bir teyze aradığım yerin GÜNEŞLİ diye bir yer olduğunu söyleyip de köyün labirent sokaklarından nasıl çıkacağımızı tarif edince derin bir nefes aldım ve moralim düzeldi. Köylerin isimlerini neden bu kadar sık değiştirirler onu da anlamış değilim ya neyse.
          Bu defa da GÜNEŞLİ yolunu bulmak problem olmaya başladı. İki iş yerine uğrayıp sordum. Bu sorduğum insanlar da meğer Suriye’li imiş. Sonunda bir benzinci bizi doğru yola yöneltti de ben de MUNCUSUN’u bulabildim. Köyler şehirler kadar büyük değişimlere uğramıyor. Zaman buralarda donuyor ve bellekte kalanlarla büyük ölçüde örtüşüyor.
Karakol binasının Güneybatı köşesi. Babamın makam odası bu rasıydı
Meydan çeşmesi aynı yerde ama bir hayırsever düzenleme yaptırmış.
          62 yıl geriye giderek hayatımın 3 ayının geçtiği artık tamamen terkedilmiş olan jandarma karakol binasını fotoğraflamaya başladım. Her ne kadar burada tek bir odada kocaman bir aile, sıkıntılı günler yaşamış olsak da yine benim hayatımdı ve seviyordum. Burada bize uzaydan gelmiş gibi davranırdı akranlarımız. Hatta geldiğimiz yerde (Konya) güneşin rengini bile soran çocuklar olmuştu. Kızkardeşim Yüksel burada (y) dediği (r) den kurtulmuş ve bu karakol binasının duvarında otururken PARA demeyi başarmıştı. Vurduk köyün sokaklarına tek tek aynı kalanları ve değişenleri görerek iki ayrı zaman dilimini üstüste bindiriyordum.  Artık süslü bir kaldırım olan yerde çeşmenin akarı vardı ve biz burada adeta maket şehirler kurar su çarkları değirmenler ve evler kurardık. Öylesine ciddiye alırdık ki on kadar çocuk hiç ses çıkarmadan kavga etmeden saatlerce işimizi yapardık. Köyün hemen her bahçesinde dalların taşıyamayacağı kadar çok yetişen ve inanılmaz lezzetli kaysılarından hastalanacak kadar çok yerdik.
Muncusun  hatırası.
          Muncusunlular bu garip konuklarla hemen ilgilendiler. Geliş sebebimizi anlatarak anılarımı paylaşmaya çalıştım bizimle ilgilenen, sonra da evine çaya davet eden köyün öğretmeniydi. Ne yazık ki zamanımız yeterli değildi. Ayaküstü hafızamızda kalanları paylaştık ama onlar çok gençti ve bizi de anımsayan kimse olmamıştı.

          İçimdeki özlem ateşinin üzerine kocaman bir kova su atmış ve rahatlamış olarak gönlümün şarkısını söyleyerek dönüş yolunu tutturduk. Çok zaman kaybetmiştik ve gün sona ermeden verdiğimiz bir sözü yerine getirmek için şehrin karmaşık labirentlerine daldık. Neyse ki birkaç yanlış kavşak, birkaç sonuçsuz denemenin sonunda aradığımız akrabalarımızın evini bulduk. Karseri’de daha çok gidecek yerim vardı. Ve gidecektim de….
1873 yılında yapılan bir Muncusun Evi.

Kim bilir kaç defa bu kapıyı çalmış ve Adviye teyzenin sarımsaklı ketesinden yemişimdir.



Hiç değişmeyen ve umarım hiç değişmeyecek bir tarihin tanığı Muncusun evi.

Muncusundaki en önemli değişiklik bu park ama bence hiç yapılmamalıydı. bunun için eski okul yıkılmış ve oradaki ulu ağaç kesilmiş. Burası köyün dükkanı, kahvesi ve bacasında leylek yuvası ile  kalbinin attığı yerdi. Yazık olmuş.
Değişmemesini dilediğim bir tarih daha en az 250 yıllık.