29 Mart 2016 Salı

SORUN CHP DE DEĞİL CHP LİLERDE NEDEN Mİ...


       Çevremde CHP li olmayan neredeyse kimse yok. Ayrıca CHP nin etkinliklerine de zaman zaman katılırım, çünkü ben de CHP liyim. Karaoğlan’ın partisini bıraktığı gün ben de eski partimi desteklemeye geri döndüm. Elbette ki aktif politikaya hiç bulaşmadım ama gönül işte ne de olsa Atatürk’ün partisi.
      Katıldığım son toplantılardan birinde gerek kürsüden verilen mesajlardan gerekse birlikte oturduğum masadaki konuşmalardan birden gözlerim açıldı. Sorumluluk partide değildi. Partililerdeydi. Neden mi? Bakın anlatayım.
     CHP liler genelde bireysel çabalarıyla biryerlere gelmiş kişiler. Neredeyse tamamı ortaksız kendi işlerini yapıyorlar. Birleşme kültürleri yok. Vizyon sahibi değiller ellerindekini kaybetmemek onlara yetiyor. Bulundukları konum Everest zirvesi değil elbet ama küçük bir tepede oldukları halde kendilerini Everest zirvesinde düşünüyorlar. İktidara gelmeyi bu insanlar mı hayal edecek ve hedef alacak. Geçiniz.
      Partide görev alanlar sadece kendi yaptıklarıyla övünüyor ve her lafın başında “ Ben partideyken…” diye başlayan övünmelerle şişiniyorlar. Başkalarının yaptıkları ise hep “tu kaka” hemen hepsi kırgın ve küskün. Kimi yerel yönetime giremediği için, kimi ilçe, kimi il başkanı olamadığı, belediye başkan adayı yapılmadığı veya milletvekili listesine yazılmadığı için. Bunlar mı memleketi kurtaracak. Geçiniz.
      Hepsi CHP nin çatısı altında ulusu kurtarma peşinde ama o kurtarıcının kendisi olma şartıyla. CHP liler başkalarını hiç mi hiç beğenmiyor varsa yoksa kendileri. İnsanlar elbette ki başarma peşinde olmalı ama bu başarı artık birlikteliklerle, teşkilatlanmayla ve ortak çıkarlar ortak akılla ve disiplinle elde edilebiliyor. Bu dağınık ve başıboş partililer mi CHP yi iktidara taşıyacak. Geçiniz.
      Söyleyin bana nerede bir CHP lilerin kurduğu AVM var gidip oradan alışveriş yapayım. Söyleyin bana nerede CHP lilerin kurduğu bir eğlence yeri var orada eğleneyim. Söyleyin bana Halk TV nin dışında hangi TV var orayı seyredeyim. Yok çünkü zamanında paranın güç olduğunu keşfedemedik. Parayı küçümsedik ve bu hala böyle devam ediyor. Bizleri “yeşil sermaye” denen ve onların güçlerine güç katan para kaynaklarına bizi dolaylı olsa da CHP liler mahkûm etmedi mi. 
       İş bankasının yönetimi ile bağımız var ama bankamız yok ne acı. Bankaların tamamı ya yabancıların ya da yeşil sermayenin. Nasıl kırılacak bu kısır döngü. İktidarın vereceği hazine yardımıyla mı partimizi ayakta tutacağız. Kaç üye aidat veriyor. Geçiniz.
        CHP seçmeni korkuyor çünkü korkutulmuş durumda . Partililer duyuyorum belediye meclislerinde bile işbirliği yapıyorlarmış. Bunlarla mı yola devam edeceğiz. Geçiniz.
Aslında hangi partiden olduğumuz önemli değil  biz her birimiz Ulusumuzun temsilcileriyiz. Ata sözlerimizle yaşarız. Yılanların bana dokunmamak şartıyla bin yaşamalarını temenni ederiz. Duymaz, görmez ve konuşmaz üç maymunuz. Kimsenin yüzüne karşı durmayız arkadan konuşuruz.

       Mertçe vuruşmak bizim işimiz değildir. Düello yapmaz, pusu kurarız. Gelene ağam gidene paşam deriz. Beleş bulduğumuz şey bizim için çok değerlidir. O beleş için taklalar atar şınav bile çekeriz. Arap eli öpmekle dudaklarımız aşınmaz bizim, o yüzden en büyüklerimiz bile Arap eli öperler. Kendi hiçliğimizi biliriz ama bunun söylenmesine dayanamayız. Velhasıl biz Türk milletiyiz. 60 yıldır AB kapısında kapıcılık yaparız ama içeri giremeyiz. Biz AKP lisi ile CHP lisi ile MHP lisi ile HDP si ile hep aynıyız. Hiç değilse onların mazeretleri var. Ne yapmaya karar vermişler ve yapıyorlar. Tabanları da cahil aldatılmaya müsait diyelim. Bizim mazeretimiz ne peki. Geçiniz efendim geçiniz. Sorun CHP de değil CHP lilerde.

17 Mart 2016 Perşembe

SEVGİLİ KADRİ DOĞUM GÜNÜNÜ KUTLAMAK İSTERDİM

        Yıl 1956 Kayseri günlerimiz sona eriyor ve Tipik bir Ortadoğu kenti görünümündeki Urfa’ya tayin oluyoruz.  Kısmen yalnızlık çektiğimiz ilk yılların ardından çok sevmeye başladığımız bu kentte artık sağlam dostluklar ve okulda da arkadaşlıklar kuruyorum. Yine de yabancı muamelesi görmekten kurtulamıyoruz.
        Birgün eve geldiğimde konuklarımız olduğunu görüyorum. O günden sonra tüm yaşamımdaki en sağlam ve en uzun soluklu dostluğumun sürecek olduğu Aziz Amcam ile Emine teyzemin üç evladı ile tanışıyorum. Onlar Urfada bizden iki yıl daha yeni.  Bu başka bir ülkenin şehri gibi görünen yerde bizim iki yılda üzerimizden ancak atabildiğimiz garipliği onlar yeni yaşamaya başlamışlar. Nebahat, Adile ve Mustafa Kadri aynı sınıfa gidiyorlar. Doğunun okulsuz yıllarında Nebahat iki yıl Adile bir yıl beklemek zorunda kalmışlar. Mustafa Kadri okul çağına geldiğinde ancak okulu olan bir yere kapağı atabilmiş Aziz amcam. O da babam gibi Astsubay.
           Sınıflarımız ayrı bile olsa neredeyse okul dışı hayatımız birlikte geçiyor. Kadri ile zevklerimiz çok benzeşiyordu Kitaplarımızı değiş tokuş ediyor, birlikte futbol, pinpon langırt oynuyorduk. Balıklı gölde yüzüyor, babalarımızın ortak mekanı olan jandarma merkezinde voleybol oynuyor, atları tımar ediyorduk. Sonunda neredeyse aynı yıllarda artık doğu ve güneydoğu görevleri bitiyor babalarımızın ve üniversite çağında ince bir ayarlama ile Istanbula kapağı atıyoruz. Tam bir sanatçı ruha sahip Kadri Güzel sanatlar akademisi resim bölümüne ben de teknik üniversiteye kaydoluyoruz. Okullarımız yakın ama evlerimiz iki ayrı yakada ama ne gam. Dostluğumuz ve arkadaşlığımız burada da kesintisiz sürüyor. Artık ikimizin de iki evi var. Ben onlarda o bizde kalabiliyor. Böylece yıllar yılları kovalıyor. Bir süre birlikte gazetelerde çalışıyoruz. Ben Anadoluda babamın bıraktığı yerden devam ederken Kadri önce bir kurumda çalışıyor sonra da kendi işin kurma gayreti içinde oluyor.
      Bir süre sonra birlikte çalışmaya başlıyoruz ancak şartlar sürekli değişiyor ve yaşam kendi yasalarını dikte etmeye başlıyor. Önce kadri evleniyor şirin mi şirin bir kızı oluyor o bizim Elifimiz. Sonra Kadri sanatını da konuşturarak ülkenin en ünlü oyuncak bebek imalatçılarından biri oluyor.
Bir gün onun tüm işlerini tasviye ederek Antalya’ya yerleştiğini öğreniyorum. Yıllarca görüşemiyoruz. Hayatlarımızda önemli değişiklikler oluyor tabii ki.
    Nebahat abla ile İstanbul’da olduğu için daha sık görüşebiliyoruz. Ve bir gün başımdan aşağıya kaynar sular döken haberi Nebahat abla veriyor. Kadri lösemiye yakalanmıştır.
İlk fırsatta Antalya’ya gidiyorum ve görüşüyoruz.
       

1975 yılında Merter’den yukarı çıkarken yanımızdan bir Thames marka minibüs geçiyor ilginç bir boyası var ve birbirimize dönerek “Bunu 2025 yılında hatırlayalım. Unutan veya bu tarihten önce aramızdan ayrılan Lahmacun ısmarlayacak diyor ve el sıkışıyoruz. Antalya'da ona bunu hatırlatıyor ve “Bak kardeşim eğer iyileşmezsen bahsi kaybedersin diyorum” ama o minibüsü aynen tarif ediyor "Bu yetmez. 2025 yılında bunu hatırlamak marifet” diyorum.
     2015 yılda bir gece telefonum çalıyor ve sevgili arkadaşımın aramızdan ayrıldığını yüreğim dağlanarak öğreniyorum. Hemen uçak bileti bulma peşinde koşmaya başlıyorum. Yaz ayı ve Antalya'ya adeta göç ediyor insanlar. Güç bela bir bilet buluyorum ve sevgili dostumun toprağa verilmesine tanıklık ediyorum.
       İşin trajik tarafına bakın ki cenazeye gelenlere sevgili eşi Işık kardeşim kıymalı pide ikram ediyor ve bu benim boğazıma düğümleniyor. Sanki 2025 yılına ulaşamayıp da bahsin bedelini ödüyormuş gibi geliyor bana.
        Bu gerçek sanatçı arkadaşım inanılmaz bir müzik belleğine de sahipti. Son ziyaretimde onun udu ile Tamburi Cemil Bey’in Muhayyer peşrevini çalmıştım. Çok hoşuna gitmişti ve daha önceden
bilmiyordu. Benden bir daha çalmamı istedi. Bir daha çaldım ve o peşrevi ezberlemişti bile.
        Benim sevgili arkadaşımla bir ortak tarafımız daha vardı. İkimiz de 1943 yılının Mart ayında doğmuştuk. Ben 14 Martta o 18 Martta doğmuştu. Çok doğum günümüzü ortalarda biryerde kutladığımız olmuştu. Ve tek tesellim ikimiz de ölmeden önce karşılıklı birbirimize ziyaretlerde bulunmuş olmamızdır. İşte o ziyaretlerden birkaç kare fotoğraf.
           Bu gün 18 Mart sevgili dostumun doğum günü. Onu toprağa verdiğimiz günden beri içimde bir türlü sakinleşemeyen duygularımı yazmaya elim bir türlü varamadı. Bu gün artık onu birkaç cümleyle de olsa yazmalıydım ve yazdım. Yazmak istediklerimin yanında bir damla bile değil ama yine de birşeydir.