|
TAŞKENT GENEL GÖRÜNÜM |
Ağabeyimin okul çağı geçmek üzereydi. Ben
de tam başlama çağındaydım. Annemin ve babamın bu konudaki endişeleri Van-
Başkale- Albayrak dan Taşkent’e tayinimiz çıkınca sona erdi. Bir yaz sonunda
kara tren bizi Konya istasyonuna eşyalarımızla birlikte bırakınca bir gerçek
şehir görmenin büyüsü ile kendimizden geçmiştik. Yıl 1949. Gerçi istasyondan 50
metre bile ayrılmamıştık ama gözümüz şehri ve geniş istasyon caddesini
görebiliyordu.
|
Bu kıvrım kıvrım 1200 metreyle 1700 metre arasında
inen çıkan yollarla Taşkente ulaşılabiliyorsunuz. |
Babam hemen bir ulaşım aracı bulmak için
şehrin içine daldı. Bir süre sonra tadilata uğramış bir kamyonetle çıkageldi.
Şimdiki jeep ler gibi şoför kabini genişletilip iki sıra oturma yeri yapılmış
ama buna karşılık yük kapasitesi azaltılmış kasası ile garip bir kamyonetti bu
getirdiği.
Eşyamız birkaç yatak, yorgan, kilim, sofra
ve sahanlardan ibaret olduğu için rahatça yeterliydi. Şişmanca, esmer, dökük
saçlı kalın kaşlı babacan bir adamdı Mustafa Karagülle. Kammyonetinin
alınlığında da bir tabelacı tarafından özenle yazılmış KARAGÜLLE
MAAŞALLAH yazısını ben bile okuyabiliyordum. Kamyonete doluştuğumuzda hava
kararmış istasyon caddesinin bir inci dizisi gibi sıralı sokak lambaları
yanmıştı. Bizi bu masalsı kentten çabucak uzaklaştırdı Mustafa
Karagülle, Aradan kim bilir kaç saat
geçmişti yolun bittiği yerde.
|
Dere içleri cennet gibi, dağlar çıplak dağ bitkileriyle kaplı |
Bizi birileri karşıladı iki katlı kesme
taştan yapılma bu güzel binanın önünde. Buranın belediye binası olduğunu öğrendik. Üst
kattaki bir odada bize yatacak yer hazırlanmıştı. Hepimiz çok açtık. Annem
hemen gaz ocağını çıkarıp yaktı ve eşyalar arasından hiç eksik etmediği
tarhanayı çıkarıp kokusuyla hepimizi açlıktan kıvrandıran çorbayı pişirmeye
başladı. Birkaç dakika sonra kapımız çalındı. Babam açtı. Yan odada misafir
edilen harita mühendisi imiş. Adamcağız da bizim kadar açmış ve kokusuna
dayanamadığı çorbamızdan bir tabak istemeye gelmişti. Hemen ona da yer açtık.
|
"Ben insanım burada da varım" dercesine bir kulübe ve kavaklar.
|
Babam arada bir duruyor ve etrafı
dinliyordu. “Deprem oluyor galiba” deyince Mühendis, “Burada asla deprem olmaz.
Siz yol yorgunu olduğunuz için şu anda denge sorunu yaşıyor olmalısınız sakin
olun” demişti.
Sabah olup da kaldığımız binanın arka
pencerelerinin derin bir uçurumun tam kıyısında olduğunu görseydik sokakta
yatmayı tercih edebilirdik.
Hemen ertesi gün büyük dut ağacının (benim
aklında ceviz olarak kalmış) yanındaki eve taşınmıştık.
Taşkent o zaman belediye olmasına karşın
Hadim ilçesine bağlı bir bucaktı diye hatırlıyorum.
|
Görmek isterseniz sonbaharın renkleri bu yolculukta mükemmel |
Bizim geldiğimiz günlerde Taşkent’in
muhteşem bağları ürünlerini teslim etmek üzereydi. Birkaç gün sonra da
Bağbozumu şenlikleri vardı. Evimizin yanındaki ağaca salıncaklar kurulmuş
meydanda ateşler yakılmış ve tüm genç kızlar en güzel ve en renkli giysileriyle
şarkılar söylüyor ve eğleniyorlardı. O ateşin üzerine konan bir kazana da
sembolik bir miktar şıra konarak pekmez kaynatılmaya başlanmıştı.
Ertesi gün evlerin alt katlarındaki
şıralıklarda üzümler ezilmeye ve pekmez yapılmak üzere hazırlanmaya
başlanacaktı. Yılın belki de en yoğun geçecek günleri bu bağbozumu şenlikleri
ile moral yüklenmiş insanlarla daha kolay atlatılacaktı.
|
Derin vadiler, yüksek tepeler,
hem insan eliyle hem de doğa tarafından ortak yapılan bir tablu |
Kısa süre sonra okul kayıtları başlıyordu.
Tepedeki okula babam bizi götürdüğünde ilk defa bir okulun tiyatro (Müsamere)
salonunu görüyordum. Benim için sorun yoktu. 1. Sınıfa 65 numara ile kaydım
yapıldı. Sorun ağabeyimdeydi. O, 11 yaşındaydı ve evde eğitim almıştı. Zira Van’daki
köyde okul yoktu. Hemen onu imtihana aldılar. Söylendiğine göre imtihan sonuçları
onun doğrudan ortaokula gitmesine yeterliydi ama ancak mevzuat 3. Sınıftan yukarısına
izin vermiyordu. 3. Sınıfa 64 numara ile kaydedildi.
|
Bu renkler bile Toroslara aşık eder insanı |
|
Nihayet iki sevdalı, Taşkent ve ben buluşuyoruz ama onun benden haberi bile yok. |
Bu kendi izole olmuşluğunu yaşayan
kasabanın kendi kendine oluşturduğu ilginç bir sosyal yapılanması vardı.
Kasabanın hemen uçurum kenarında yapılmış üstü kapalı, ateş yakmaya ve kazan
kaynatmaya uygun, sürekli suyu olan çamaşırhanesi vardı. Belli günlerde burada
kazanlar kaynar ve tüm kadınlar burada şarkılarla türkülerle çamaşır yıkar
çamaşır tokaçlarlardı. Sultansuyu ahşapyan yapılma oluklardan delidolu akar ve
aşağıdaki bahçeleri sulamak için durmadan akar dururdu. Sultan Alaaddin’e
atfedilen tasa çam yaprağı koyan kız hikâyesini Büyük İskendere kadar götürenler
var ancak güzel bir hikâyenin esas anlatmak istediği suyun ne kadar soğuk
olduğu ve soğuk suyu yavaş yavaş içmenin gerekliliği olsa gerek.
|
Tabelanın olduğu yerden sola bakınca verimli Taşkent vadisi görünüyor. |
|
İlk MERHABA yolu genişletmeye çalışanların şantiyesi. |
|
Bu evde oturmuş olmamız çok kuvvetle muhtemel. |
Taşkent benim çocukluk anılarımın en yoğun
ve duygusal olanlarını kapsar. Burada sadece birkaç ay kalmamıza rağmen hiç
dinmeyen bir özlemdi.
|
Yangın da olsa sel de tabiat hiç şaşmayan adımlarla yoluna devam ediyor.
Ağaçlar yeşeriyor, sararıyar yapraklarını döküp karla kaplanıyor ve sonra yeniden... |
Burada bir gece yarısı silahlar atılmaya
ve “ Yangın vaaar nidaları yükselince yataklarımızdan fırladık. Gökyüzü
kıpkırmızıydı ve Sultansuyu yakınlarından alevler yükseliyordu. Burada günlerce
süren bu yangında dört ev kül oldu. Söndürme çalışmaları güçlükle ve ikinci
günde Hadim’den getirtilen itfaiye tulumbası ile bastırılabildi. O gecelerden
sonra neredeyse tüm Taşkentli erkeklerin elleri tulumba basmaktan su toplamış
olmalı. O zaman neredeyse kasabanın tamamı Toros sedirinden inşa edilmiş ahşap
evlerdi ve bir kıvılcım yeterliydi.
Birkaç gün sonra tam aşağımızdaki evde de
yangın çıkınca –ki gündüz olduğu için çabucak söndürüldü- Annem bunalıma girdi.
Burada yanarak ölebileceğimiz korkusuyla sık sık hastalanıyordu. Sonunda babam
tayinini istemek zorunda kaldı. Yine geldiğimiz gibi KARAGÜLLE MAAŞALLAH yazan
Mustafa amcanın kamyonetine binerek Çumra’nın yolunu tuttuk.
|
Günümüz Taşkent'ine yakışan bir Atatürk heykeli Yeni belediye binası ile Kaymakamlık arasında görkemle duruyor. |
|
Yeşile aşık Taşkentlilerin evleri yüzyıllardır asmaları, çiçekleri ve ağaçları ile
bezelidir. |
Taşkent benim belleğime öyle bir
kazınmıştı ki sözü açıldığında gözlerim doluyor o kısacık ama çok sevdiğim
günlere dalıp gidiyordum. Birçok defa gönüllü yol arkadaşlarımla kararlaştırdık
ama ya onların programları ya da benimkisi uymadığı için bir türlü başaramadık.
Sonun eşim “Kimseyi bekleme bak bu günlerde havalar da müsait atla git.” Deyince
bu lafı ikiletmedim ve hemen sabahın erken saatlerinde Konya’ya hareket ettim.
Ertesi gün Taşkent.
|
Basınyayın ve halkla ilişkiler müdürü Fatmanur mücevher hanımefendi ile |
Taşkent elbette değişmiş ama o kadar da
değil. Nüfusu sadece 6620 kişi, yolları yüksek standartta ama unutulmamalı ki
Torosların sarp yamaçlarından kâh 1200 metreye kâh 1700 metreye kadar birçok
defa hem de birkaç km içinde inip çıkabiliyorsunuz. Manzara tam benim
hayalimdeki gibi. Bu kasabanın kışı
ünlüydü. Radyoda karın yolları kapamasıyla gelen ilk anons “Taşkent – Adiller yolu
kar nedeniyle kapalıdır” olurdu. Doğu Anadolu yollarından önce bunu duyardık.
Neyse ki artık o anonsu duymuyoruz. Bu küçücük benim kasabamdan bir Başbakanın
çıkması da gerçek bir mucize;tabii benim çıktığımı da sayarsanız iki mucize
ediyor. Benim mucizem 66 yıl sonra
buraya bilerek isteyerek ve sevinerek dönmüş olmamdır.
|
Bana büyük ilgi ve konukseverlik gösteren genç ve dinamik belediye başkanı
Sayın Osman Arı'nın makamındayız. |
Ne yazık ki kaldığımız evi bulamadım.
Aslında buldum da değişmiş olarak buldum. Koca ağacın kuruduğunu söylediler.
Ama hiç değilse gözlerimle gördüm.
Yolda genç bir bayan yardımcı olup
olamayacağını sordu. Sonra da Belediye binasına davet etti Fatma Nur Mücevher
hanımefendi belediye halkla ilişkiler müdürüymüş. Turumu tamamladıktan sonra
ziyaretine gittim. Benimle bir söyleşi yaptı sonra da Belediye Başkanı Sayın
Osman Arı ile tanıştırdı.
Eksik olmasınlar olağanüstü, hiç beklemediğim
kadar ilgi gösterdiler, ısrarla misafir etmek istediler ama buna ne yazık ki
vaktim yoktu. Dönmem gerekiyordu. Birlikte fotoğraf çektirdik ve incelik
gösterip beni arabama kadar yolcu ettiler. Eh bu yolculuk beni bir 66 yıl daha
idare eder.
Taşkenti bu kadar sevmiş olmam hiç boşuna
değilmiş. Sıcak insanları, bazıları neredeyse hiç değişmemiş evleri ve doyumsuz
manzarası, heyula gibi Taşkent’e siper olmuş KIBLE KAYASI ile, buz gibi
binlerce yıldır durmadan akan Sultansuyu ile benim Taşkent’im. Gözlerimde biriken yaşlarla bir kez daha
geride bıraktığım TAŞKENTİM seni hiç unutmadım ki….
Not: Fotoğrafları hep eskilerden, hala hayatta kalmayı başarmaya devam eden Taşkente özel binalardan seçtim. Elbette çok yeni ve modern binalar var onları da çektim ama benim geçmiş belleğimdekilerle örtüşenler bu yazının konusu. Fotoğraflar aslında çok net ancak buraya aktarınca piksel sayısı nedense düşüyor. Üzücü ama gerçek bu.
|
Görmeyi ummadığım eskilerde fırlamış bir görüntü. Benim çocukluğumda neredeyse her evin birkaç eşeği olurdu. hem yük hem de insan taşırdı. O zaman da kadınlar arkada yürürdü. Bu adet de değişmemiş. |