28 Mayıs 2017 Pazar

DİNOZORLAR YOK OLDU, SIRA BİZDE Mİ ?



Düşünüyorum, hayat nedir neden var ve bunun anlamı ne. Eğer düşünmeyecek olsam, bunların hiç birinin önemi kalmaz ve hayatın ne varlığı, ne nasıl ortaya çıktığı ve ne de ne zaman ortadan kalkacağı gibi soruların hiç ama hiçbir anlamı kalmaz.

Hayatın Evren'de pek çok yerde olduğuna inananlardanım. Bizim Dünya'mızdakine az çok benzeyen yaşam formlarının Evren'in pek çok yerinde var olma olasılığı çok yüksek.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar bizim sandığımız gibi yaşamın 5-45 derece sıcaklık aralığından -20 ile 90 derece arasında da var olduğunu hem de hatırı sayılır bir çeşitlilikte kaynaştığını ortaya koymuştur.

Tabii yaşam deyince hemen akla insan veya memeliler kuşlar gelmemeli. Tek hücreli canlılar belki de memelilerden ve insanlardan çok daha hünerli yaşam uzmanlarıdır.

Bir tek kenenin insan kanına aktaracağı tek bir virüsün bile birkaç günde o övündüğümüz yüksek organizmamızı nasıl yok ettiğini, bir grip virüsünün insanlığı nasıl tehdit ettiğini akıldan çıkarmamamız gerekir.

Aya ilk kamerayı kuran Apollo 11 aracının astronotları bilmeden bir önemli olayın ortaya çıkmasına aracılık ettiler. Kamerayı hazırlayanlardan biri hapşırmış ve küçük bir tükürük damlacığı kameranın lensine bulaşmıştı. Bunun hiç kimse farkına varmadı. Kamera Aya kuruldu ve oradan tekrar dünyaya getirilişine kadar uzunca bir süre kaldı. Kamera dünyaya geri getirildiğinde inceden inceye tetkik edildi. Tükürük damlacığı bulundu. DNA analizi yapılarak kimin hapşırdığı tespit edildi ve yıllar boyunca tükürükte bulunan bakterilerin Ay şartlarında canlılıklarını sürdürdüğü ve dünyaya dönünce de çoğalmaya hemen başladıklarını ortaya koydu. (Ay gecesinde sıcaklık -150 C gündüzünde ise 107derece olduğu ve bu tükrük damlacığının orada yıllarca kaldığı düşünülürse bu müthiş bir dirençtir.)

Birçok kimse dünya dışı bir yaşamdan söz ederken uygarlık kurmuş, üstün teknolojiye kavuşmuş ve ışık hızına ulaşmış veya onu aşmış yaşam formlarından dem vurmaktadır. Hatta bunlar inanılmaz savaş ve yok etme gücüne sahip de olmalıdırlar. İyi de bir virüs bunu yapabiliyorsa illa da onun uzay araçlarının olması gerekmez. Üstelik uzayda bunca meteor, meteorit ve kuyruklu yıldız gibi uzay araçları varken ayrıca uzay gemisi yapmanın âlemi ne.

Eğer bir canlı türü milyonlarca yıl varlığını sürdürebiliyorsa, eğer bir canlı anormal koşullarda yaşamını askıya alıp uygun şartları yüzbinlerce yıl bekleyebiliyorsa mesele hallolmuş demektir.

Bizim acelemiz var yaşamı askıya alamıyoruz. Bir yerden bir yere gitmek için zamanımız az. Bunun için de hıza ve daha çok hıza gereksinim duyuyoruz. Bir şeyin sonucunu görmek için en fazla 50 yılımız var bunun öncesinde de 30 yıl gelişmeye eğitilmeye ihtiyacımız var.

Bizim algıladığımız yaşam tarzının içindeki dördüncü boyut yani zaman diğer boyutlardan daha fazla önem kazanıyor.

Eğer diğer canlılar gibi dördüncü boyutun yaşamımızla ilintili bölümünü bakteriler veya virüsler gibi askıya alabilseydik mesele kalmazdı. Saatte 28.000 km hızla birkaç bin yılda biryerlere varır inceler ve dönerdik.

İnsan, evrenin saatli bombasından başka bir şey değil bence. Eğer başka dünyalarda ve başka gezegenlerde insan varsa tüm evren büyük tehlikede demektir. Bizim cürümümüz henüz sadece dünyayı yok etmeye yeter. Sanırım evrensel bir tehlike olamadan da tarih sahnesinden en azından uygarlığımız ölçeğinde silineceğiz.

Bir yaşam alnının çeşitli katmanlarında var olan hayatın sonsuza kadar var olabilmek için belirli dengelere sahip olabilmesi gerekir. Gıdayı üretenler ve tüketenlerin olması gerekiyor bir de çevreyi temizleyenler. Bunlar olmadığı takdirde yaşam alanının bir çan eğrisi gibi gelişmesi ve sona ermesi gerekir.
Doğa boşluk kabul etmez görüşü bundan kaynaklanmıştır. Bir istisna ile. İnsan.
Boşlukları yaratan sadece insandır.  Tavşan sayısı artınca tilki sayısı artmakta tavşan sayısı azalınca tilkiler kendi nüfuslarını kontrol ederek sayılarını düşürmektedir.

Doğa daima kendisini dengeye getirir. Bir terazi düşünün. İki tarafında da birer kilo olsun bu terazi dengededir. Her iki tarafa istediğiniz kadar eşit yük koyun veya kaldırın terazi hep dengededir.
İstediğinizi koyun ama karşısına da başka bir şey koyun terazi yine dengededir. Doğa görünmeyen bir el olarak bu teraziyi dengede tutar. Siz bir şey koyarsanız o da başka bir şey koyup dengeyi sağlar. Siz bir şey alırsanız o da başka bir şey alır ve dengeyi sağlar. Siz terazinin kefesindeki her şeyi alabilirseniz o da diğer kefedeki her şeyi alır ve yine denge sağlanır.
Mars’ta hayat olduğuna dair neredeyse yüz yıl süren bir düş gördük. Belki de Mars’ta bir zamanlar hayat vardı, bunu bilemiyoruz ama terazinin bir kefesinde hayat için gereli hiçbir şey olamadığına göre öteki kefede de bir şey olmaması gerekir.
Mars’ta işte böyle bir denge var. Terazinin kefeleri bomboş ama göstergeler dengeyi gösteriyor.

İnsan merkezli Evrensel hayat tarzı tümden sakat. Her şey insan için düşüncesi her an dengedeki doğadan bir şey alıyor. Doğa hemen dengeyi kurmak için karşılığında bir şey alıyor ve kefeler hızla boşalıyor. Biz doğa hep dengede olarak algılıyoruz. Doğru, denge hep var ama kefelerde neler var, neler kalmadı.

Şu anda en büyük üç tehlike var. Havanın başka türlü dengelendiği, suların kullanılabilirliğinin ve devamlılığının teraziden düşmek üzere olduğu ve denizlerin hayat kaynağı olmaktan çıktığıdır.
Bunlar ana başlıklar bunların her birinin ayrıntıları var.

Hayatın başlangıcında hiç oksijen yoktu. Atmosfer sadece karbondioksit ve azottan ibaretti. Yeşil su yosunlarının ortaya çıkması ile yeryüzü oksijenle tanışmaya başladı. Bu yeşil canlılar bol karbondioksitten o denli hoşnuttular ki inanılmaz hızlarda ve boyutlarda büyüyor ve çeşitleniyorlardı. Denizlerden karalara ulaştılar ve aynı hızla büyüdüler. O dönemin eğrelti otları bu günün yüz yıllık çınar ağaçları kadardı. Onlar karbondioksit dengesini bozunca doğa bu kez hemen oksijen tüketen canlıları terazinin diğer tarafına koydu. Bunlar besinlerini bitkiler gibi karbondioksit ve suyu birleştirerek elde edemiyorlardı. Onlar bitkilerin ürettiklerini yemeye başladılar. Bitkiler arttıkça havadaki oksijen arttı havadaki oksijen arttıkça ot yiyen canlılar arttı ve çeşitlendi. Bir tarafa sürekli yeni bir şey eklenirken doğa da diğer kefeye bir şeyler koyuyordu. Ot yiyenleri et yiyenler takip etti. Sonunda milyarlarca yıl sonra insan sahneye çıktı. Kim bilir doğa insanı sahneye çıkarmakla ne yapmak istedi. Ya onu artık teraziye bir şeyler eklemekten bıkıp oyundan çıkmak için sahneye çıkardı, ya da bir hata yaptı. Doğa sık olmasa da hatalar yapar.
Örneğin dinozorların ortaya çıkışı da bir hata gibi görünüyor. İlk dinozorun ortaya çıkışı ile son dinozorun yok oluşu arasında 165 milyon yıl tüm dengelerin alt üst olduğu bir dönemdir ve dinozorların terazinin kefesinden atılması ile yeni bir denge kurulmuştur. Bundan 60 milyon yıl sonra insanı terazinin kefesine koyan doğa umarım ne yaptığını biliyordu.

Doğa neyi planladıysa bunu nasıl olsa insandan başka diğer canlıların idrak ettiğini pek düşünmek istemiyoruz. Ama bunun kendimize neye mal olacağını pekâlâ biliyoruz. İşte insanın garabeti burada ortaya çıkıyor. Herkes, “nasıl olsa ben bir yolunu bulurum ve etkilenmem” diye düşünebiliyor. Gel de doğanın hata yaptığına inanma.

Modern zamanların dinozorları bizleriz. Onlar yok oldu. Sıra bize de gelecektir. Bunu çabuklaştırmak da geciktirmek de bizim elimizde.