Düşünüyorum,
hayat nedir neden var ve bunun anlamı ne. Eğer düşünmeyecek olsam, bunların hiç
birinin önemi kalmaz ve hayatın ne varlığı, ne nasıl ortaya çıktığı ve ne de ne
zaman ortadan kalkacağı gibi soruların hiç ama hiçbir anlamı kalmaz.
Hayatın Evren'de pek çok yerde olduğuna inananlardanım. Bizim Dünya'mızdakine az çok
benzeyen yaşam formlarının Evren'in pek çok yerinde var olma olasılığı çok
yüksek.
Son zamanlarda
yapılan araştırmalar bizim sandığımız gibi yaşamın 5-45 derece sıcaklık
aralığından -20 ile 90 derece arasında da var olduğunu hem de hatırı sayılır
bir çeşitlilikte kaynaştığını ortaya koymuştur.
Tabii yaşam
deyince hemen akla insan veya memeliler kuşlar gelmemeli. Tek hücreli canlılar
belki de memelilerden ve insanlardan çok daha hünerli yaşam uzmanlarıdır.
Bir tek
kenenin insan kanına aktaracağı tek bir virüsün bile birkaç günde o övündüğümüz
yüksek organizmamızı nasıl yok ettiğini, bir grip virüsünün insanlığı nasıl
tehdit ettiğini akıldan çıkarmamamız gerekir.
Aya ilk
kamerayı kuran Apollo 11 aracının astronotları bilmeden bir önemli olayın
ortaya çıkmasına aracılık ettiler. Kamerayı hazırlayanlardan biri hapşırmış ve
küçük bir tükürük damlacığı kameranın lensine bulaşmıştı. Bunun hiç kimse
farkına varmadı. Kamera Aya kuruldu ve oradan tekrar dünyaya getirilişine kadar
uzunca bir süre kaldı. Kamera dünyaya geri getirildiğinde inceden inceye tetkik
edildi. Tükürük damlacığı bulundu. DNA analizi yapılarak kimin hapşırdığı
tespit edildi ve yıllar boyunca tükürükte bulunan bakterilerin Ay şartlarında
canlılıklarını sürdürdüğü ve dünyaya dönünce de çoğalmaya hemen başladıklarını
ortaya koydu. (Ay gecesinde sıcaklık -150 C gündüzünde ise 107derece olduğu ve bu tükrük damlacığının orada yıllarca kaldığı düşünülürse bu müthiş bir dirençtir.)
Birçok kimse
dünya dışı bir yaşamdan söz ederken uygarlık kurmuş, üstün teknolojiye kavuşmuş
ve ışık hızına ulaşmış veya onu aşmış yaşam formlarından dem vurmaktadır. Hatta
bunlar inanılmaz savaş ve yok etme gücüne sahip de olmalıdırlar. İyi de bir
virüs bunu yapabiliyorsa illa da onun uzay araçlarının olması gerekmez. Üstelik
uzayda bunca meteor, meteorit ve kuyruklu yıldız gibi uzay araçları varken
ayrıca uzay gemisi yapmanın âlemi ne.
Eğer bir canlı
türü milyonlarca yıl varlığını sürdürebiliyorsa, eğer bir canlı anormal
koşullarda yaşamını askıya alıp uygun şartları yüzbinlerce yıl bekleyebiliyorsa
mesele hallolmuş demektir.
Bizim acelemiz
var yaşamı askıya alamıyoruz. Bir yerden bir yere gitmek için zamanımız az. Bunun
için de hıza ve daha çok hıza gereksinim duyuyoruz. Bir şeyin sonucunu görmek
için en fazla 50 yılımız var bunun öncesinde de 30 yıl gelişmeye eğitilmeye
ihtiyacımız var.
Bizim algıladığımız
yaşam tarzının içindeki dördüncü boyut yani zaman diğer boyutlardan daha fazla
önem kazanıyor.
Eğer diğer
canlılar gibi dördüncü boyutun yaşamımızla ilintili bölümünü bakteriler veya
virüsler gibi askıya alabilseydik mesele kalmazdı. Saatte 28.000 km hızla birkaç
bin yılda biryerlere varır inceler ve dönerdik.
İnsan, evrenin
saatli bombasından başka bir şey değil bence. Eğer başka dünyalarda ve başka
gezegenlerde insan varsa tüm evren büyük tehlikede demektir. Bizim cürümümüz
henüz sadece dünyayı yok etmeye yeter. Sanırım evrensel bir tehlike olamadan da
tarih sahnesinden en azından uygarlığımız ölçeğinde silineceğiz.
Bir yaşam
alnının çeşitli katmanlarında var olan hayatın sonsuza kadar var olabilmek için
belirli dengelere sahip olabilmesi gerekir. Gıdayı üretenler ve tüketenlerin
olması gerekiyor bir de çevreyi temizleyenler. Bunlar olmadığı takdirde yaşam
alanının bir çan eğrisi gibi gelişmesi ve sona ermesi gerekir.
Doğa boşluk
kabul etmez görüşü bundan kaynaklanmıştır. Bir istisna ile. İnsan.
Boşlukları
yaratan sadece insandır. Tavşan sayısı
artınca tilki sayısı artmakta tavşan sayısı azalınca tilkiler kendi nüfuslarını
kontrol ederek sayılarını düşürmektedir.
Doğa daima
kendisini dengeye getirir. Bir terazi düşünün. İki tarafında da birer kilo
olsun bu terazi dengededir. Her iki tarafa istediğiniz kadar eşit yük koyun
veya kaldırın terazi hep dengededir.
İstediğinizi
koyun ama karşısına da başka bir şey koyun terazi yine dengededir. Doğa
görünmeyen bir el olarak bu teraziyi dengede tutar. Siz bir şey koyarsanız o da
başka bir şey koyup dengeyi sağlar. Siz bir şey alırsanız o da başka bir şey
alır ve dengeyi sağlar. Siz terazinin kefesindeki her şeyi alabilirseniz o da
diğer kefedeki her şeyi alır ve yine denge sağlanır.
Mars’ta hayat
olduğuna dair neredeyse yüz yıl süren bir düş gördük. Belki de Mars’ta bir
zamanlar hayat vardı, bunu bilemiyoruz ama terazinin bir kefesinde hayat için
gereli hiçbir şey olamadığına göre öteki kefede de bir şey olmaması gerekir.
Mars’ta işte
böyle bir denge var. Terazinin kefeleri bomboş ama göstergeler dengeyi
gösteriyor.
İnsan merkezli
Evrensel hayat tarzı tümden sakat. Her şey insan için düşüncesi her an
dengedeki doğadan bir şey alıyor. Doğa hemen dengeyi kurmak için karşılığında
bir şey alıyor ve kefeler hızla boşalıyor. Biz doğa hep dengede olarak
algılıyoruz. Doğru, denge hep var ama kefelerde neler var, neler kalmadı.
Şu anda en
büyük üç tehlike var. Havanın başka türlü dengelendiği, suların
kullanılabilirliğinin ve devamlılığının teraziden düşmek üzere olduğu ve
denizlerin hayat kaynağı olmaktan çıktığıdır.
Bunlar ana
başlıklar bunların her birinin ayrıntıları var.
Hayatın
başlangıcında hiç oksijen yoktu. Atmosfer sadece karbondioksit ve azottan
ibaretti. Yeşil su yosunlarının ortaya çıkması ile yeryüzü oksijenle tanışmaya
başladı. Bu yeşil canlılar bol karbondioksitten o denli hoşnuttular ki
inanılmaz hızlarda ve boyutlarda büyüyor ve çeşitleniyorlardı. Denizlerden
karalara ulaştılar ve aynı hızla büyüdüler. O dönemin eğrelti otları bu günün
yüz yıllık çınar ağaçları kadardı. Onlar karbondioksit dengesini bozunca doğa
bu kez hemen oksijen tüketen canlıları terazinin diğer tarafına koydu. Bunlar
besinlerini bitkiler gibi karbondioksit ve suyu birleştirerek elde
edemiyorlardı. Onlar bitkilerin ürettiklerini yemeye başladılar. Bitkiler
arttıkça havadaki oksijen arttı havadaki oksijen arttıkça ot yiyen canlılar
arttı ve çeşitlendi. Bir tarafa sürekli yeni bir şey eklenirken doğa da diğer
kefeye bir şeyler koyuyordu. Ot yiyenleri et yiyenler takip etti. Sonunda
milyarlarca yıl sonra insan sahneye çıktı. Kim bilir doğa insanı sahneye
çıkarmakla ne yapmak istedi. Ya onu artık teraziye bir şeyler eklemekten bıkıp
oyundan çıkmak için sahneye çıkardı, ya da bir hata yaptı. Doğa sık olmasa da
hatalar yapar.
Örneğin
dinozorların ortaya çıkışı da bir hata gibi görünüyor. İlk dinozorun ortaya
çıkışı ile son dinozorun yok oluşu arasında 165 milyon yıl tüm dengelerin alt
üst olduğu bir dönemdir ve dinozorların terazinin kefesinden atılması ile yeni
bir denge kurulmuştur. Bundan 60 milyon yıl sonra insanı terazinin kefesine
koyan doğa umarım ne yaptığını biliyordu.
Doğa neyi
planladıysa bunu nasıl olsa insandan başka diğer canlıların idrak ettiğini pek
düşünmek istemiyoruz. Ama bunun kendimize neye mal olacağını pekâlâ biliyoruz.
İşte insanın garabeti burada ortaya çıkıyor. Herkes, “nasıl olsa ben bir yolunu
bulurum ve etkilenmem” diye düşünebiliyor. Gel de doğanın hata yaptığına
inanma.
Modern zamanların
dinozorları bizleriz. Onlar yok oldu. Sıra bize de gelecektir. Bunu
çabuklaştırmak da geciktirmek de bizim elimizde.