17 Ekim 2017 Salı
vuralınyeri: MUZ CUMHURİYETİ DEĞİLİZ. PEKİ NEYİZ ?
vuralınyeri: MUZ CUMHURİYETİ DEĞİLİZ. PEKİ NEYİZ ?: Arazi parçalandıkça üretim maliyeti artar ve mutlaka sonunda el değiştirir. Büyük çiflikler doğar. BİZ MUZ CUMHURİYETİ DEĞİLİZ PEKİ ...
MUZ CUMHURİYETİ DEĞİLİZ. PEKİ NEYİZ ?
Arazi parçalandıkça üretim maliyeti artar ve mutlaka sonunda el değiştirir. Büyük çiflikler doğar.
BİZ MUZ CUMHURİYETİ DEĞİLİZ PEKİ
NEYİZ?
ABD tarihi, neredeyse Fransız
ihtilaliyle aynı zamanda başlar. 1789 yılında Fransa’da devrim gerçekleşmiş
kral ve kraliçenin kelleleri giyotinin sepetine düşürülmüştü. Bu devrim on yıl
sürmüş olsa da Fransızlar aslında Bastil hapishanesinin yıkılışını devrimin
başlangıcı olarak kabul ederler.
Fransa’nın Amerika’nın
bağımsızlığına yaptığı büyük yatırım Amerikalıları bağımsızlığa kavuşturmuş ama
Fransa hazinesini tamtakır bırakmıştı. Gelirleri arttırma çabası nihayet
devrimin patlak vermesine neden olmuştu. Amerikan Bağımsızlığı 1783 yılında
gerçekleşmiş 6 yıl sonra da Fransız devrimini tetiklemişti
Amerikan tarihinin bu yazıyı
ilgilendiren tarafı 1851 yılında başlatılan BATIYA GÖÇ olayıdır.
Amerikan hükümeti batıya göç
programını başlattığında Avrupa’nın bütün maceracıları, suçluları ve son
kuruşlarına kadar paralarını, Amerika’ya getirecek gemilere vermiş olan
yoksulları tüm geleceklerini bu yarışa bağlamışlardı. Dikilen bayrağı kapan 150
hektar (1.500.000)m2 toprağa sahip oluyordu.
Bu topraklar tüm Amerikan tarihi
boyunca hiç işlenmemiş ve hiç ekilip biçilmemiş topraklardı. Taşlık, ormanlık,
bataklık olabiliyordu. Bu insanlar büyük çaba ve emekle buraları hayvancılık,
çifçilik, gibi işler için ıslah ettiler. Bırakın kâr etmeyi karınlarını bile
doyuramıyorlardı. Açlıktan ölenlerin sayısı hastalıktan ölenlerden belki de
daha fazlaydı. Bu durum insanları çoğu kez suça sürüklüyor, hırsızlık cinayet
ve soygunlar adi olaylarmış gibi çok sık görülüyordu. Merkezi hükümet zayıftı.
Her kasabanın kendi kanunları, bankaları ve polis kuvveti (Şerifi) vardı.
Elbette ki toprağın değerini çok iyi bilen ve bunları ellerinde toplamaya
kararlı zenginler de vardı ki bunların çoğu kasabaların bankerleriydi.
Hayvan için, tohumluk için ve
diğer ihtiyaçlar için parası kalmamış olan bu toprak sahipleri ister istemez
bankalardan ipotek karşılığı borç alıyorlardı. Hasat zamanı ürününün para
etmediğini gören çifçiler sözleşme gereği topraklarını bankerlere devretmek
zorunda kalıyorlardı. Buna karşı çıkanların sonu darağacıydı. Hepimizin yakından
tanıdığı Jessi James’ler işte böyle herşeylerini kaybetmiş intikamcı
çifçilerden çıkmıştı. Sular durulduğunda eski çifçiler gitmiş yerine
milyonlarca hektar toprakları yok pahasına elde etmiş para babaları gelmişti.
Şimdi büyük çiflikler zamanıydı artık. Toprakların neredeyse tek amacı vardı
otlak olarak kullanılmak. Bu çifliklerde sığır yetiştiriliyordu. En büyük
arazilerde en büyük sürüler vardı.
Yeter ki toprağın olsun, istersen
üzerinde kasabalar kentler bile kurarsın. Amerikalılar hem toprağın değerini
iyi kavramış hem de yok pahasına nasıl elde edileceğini keşfetmişlerdi. Bu
keşif sonraları bütün dünyaya ilham kaynağı olacaktı.
Bütün bunları neden anlattım. Son
çeyrek asırda ülkemizin toprakları hızla Amerikalıların yaptığının daha
incelikli ve daha zarif bir şekilde belli ellerde toplanması nı sağlıyor. Nasıl
mı?
Önce toprakların 5 dekara kadar
bölünmesine izin veriliyor. Miras 5 dekardan küçük olamıyor. 5 dekar bir aileye
yetmediği gibi hisselisi hiç yetmiyor. Başlıyor kavgalar. Sonunda bir şekilde
izaleyi şuyu denen bir yolla satılıyor. Satın alanlar genellikle aile dışından
birileri. Zira aileler zaten paraya muhtaç. Satmayanların gençleri köyü terk
edip kasabada veya kentte bir işe giriyor. Toprağı elinde bulundurana devlet
dekar başına belli bir para ödüyor ve bu parayla yetinmek zorunda kalan yaşlı
nüfus. Önce tarlasını kiraya veriyor, sonra da rahmetlik olunca çocuklar
satıyorlar. Böylece yavaş yavaş topraklar belli ellerde toplanıyor. 5 dekarlık
bir yerin kâr getirmesi neredeyse imkânsız. Bunun en az miktarının 20-25 dekar
olması işlemeye, ekip hasat etmeye değer olmasını gerektiriyor. Bu bile kârlı bir iş değil. Üstelik devlet
sürekli ithalat yaparak ve yaptırarak küçük çifçiyi ve köylüyü tarımdan
uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyor. Diyelim ki birinin elinde 25
dekarlık bir arazi var diğerinin elinde 25000 dekar. Hangisi daha çok kar
getirir. Bir traktörün verimliliği 103 dekar arazi içindir. Sulama çapalama vs
için de yatırımın öyle olması gerekir. 25 dekarı olan birisi 4 kat daha
pahalıya çalışıyor demektir. Biçerdöver için, ilaçlama için, gübreleme için de
aynı şey geçerlidir. Para sahiplerinin bu küçük arazileri ellerine geçirmeleri
için biz şehirliler de hem kullanılır hem de sürekli kandırılırız. “Et ithal
edeceğiz fiyatlar düşecek” derler fiyatlar düşmez hayvan yetiştiricisi zarar
ettirilir “Buğday, muz, karpuz, pirinç…. Ve nihayet saman ithal ediyoruz.
Fiyatlar düşecek” derler ama hiçbir zaman ne çifçi kâr eder ne de kentli
tüketici ucuza saman yer.
Oyun henüz tamamlanmadı. Hele Afrika’da
devletin satın alacağı sonra bir yandaşa kiralayacağı yüzbinlerce hektar
arazinin ürününü bize ucuza(!) satsın da bakın köylünün durumu ne olacak.
Ülkemizdeki toprakların üçüncü eli, uluslararası şirketler olacak. Burada
üretecekler ve bize ithalatmış gibi satacaklar. Biz bir muz cumhuriyeti değiliz
ve olmayacağız da zira muz sadece güneyde dar bir şeritte yetişebiliyor ama
kendi toprağında yabancıların ürettiği bir mesela BUĞDAY CUMHURİYETİ
olabiliriz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)