18 Nisan 2012 Çarşamba

Topraklarımızdaki Afrodisyas'ın Gizemi

     Yıl 2002.Bir görev gezisinde Aydın- Denizli arasını ana yol yerine tali bir yoldan gitmemizi meslekdaşım ve yol arkadaşım Faruk Şakir Özay önerdi. Daha önce Denizli bölgesinde görev yaptığı için buraları iyi biliyor ve meraklarımı da bildiği için bir sürpriz hazırlıyor.
Şehrin önemli kişilerinden birinin eşi

    Bizi getirdiği yeri görünce ne kadar sevindiğimi ben biliyorum. Ancak ne yazık ki oldukça geç olmuş ve müze kapanmıştı. Görevliler yine de bizi kırmadılar ve hava kararana kadar- ki neredeyse güneş batmıştı- dolaşmamıza izin verdiler. Bu muhteşem yeri tam anlamı ile dolaşamamak beni oldukça yaralamıştı. ve buraya bir daha mutlaka gelmeliydim.
Taç kapı ve Prof. Dr. Kenan Erim'in mezarı
    2007 Ege tatilinden Denizli üzerinden dönmeye karar verdik. Nazillinin ünlü et lokantalarından birinde 41 derecelik hava sıcaklığında öğle yemeğimizi yedikten sonra Nazilliden Karacasu Geyre yolundan Afrodisyasa vardık. Hava hala çok sıcaktı. Ben de sıcağı fazla sevmem ama söz konusu fotoğraf çekmek olunca işim bitene kadar ne sıcağın ne de soğuğun farkına bile varmam da sonra serilir kalırım.  Hemen daldık antik kente. Handanla Tülin de kendilerini kaptırmışlar ve bir süreliğine sıcağı algılamamışlardı, taa ki büyük ceviz ağacının altına gelene kadar.    Onlar orada pes ettiler. Ben devam ederek turumu ve çekimimi tamamlayarak yanlarına geldiğimde sıcak havanın bizi ne denli tüketmiş olduğunu anlamıştım. Birkaç yüz metre daha gitmek ve büfeye erişmek zorundaydık. Uzunca bir dinlenmenin dönüşü daha da zorlaştıracağını düşünerek tüm gayretimizi topladık ve dönüşyoluna attık kendimizi.    Neyse ki büfede soğuk içecekler ve dinlenmek için gölgeye konmuş masa ve sandalyeler vardı. Afrodisyası ve müzesini gezmiştik ama daha öğrenmemiz gereken detaylar vardı. Yıllar içinde bu detayları da ya raslantıyla ya da araştırarak öğrendik. bakın neler olmuş
Afrodisyaslı bir soylu

Afrodisyas MÖ 3000 yıllarından beri varlığı bilinen birkaç defa ismi değişen bir antik kenttir. Her istialacı kral kendi adını vermiş olsa da yaşamını Afrodisyas olarak noktalamıştır. Noktalamıştır diyorum, zira bu kent İsa'dan önceki çağlarda önemliydi. Romalıların hıristiyan olmasından sonra önemini yitirmeye başladı ve heykel atelyeleri bir bir kapandı. Bağnaz hıristiyanlar birçok heykeli tahrip ettiler. (bu defa müslümanlıktan önce tahrip gördükleri ve toprak altında kaldıkları için kendimizi suçlayamıyoruz.)

Bir insan başıyla poz veren zat

    1961 yılında Kenan Erim hoca bile oraya büyük zorluklarla ulaşabildiğine göre işte bu gözden uzak oluşu diğer eserleri kurtarmış olmalı.        Anadolu'nun birçok kasabası ve köyü böyle antik kentlerin yok oluşu ile kurulmuştur. "Harabe" dediğimiz artık hiç bir işe yaramadığını düşündüğümüz bu antik yapıların taşları ziyan olmasın diye arabalara yükleyip taşımış ve kendi evimizi ve giderek de kasabamızı kurmuşuzdur. Hala birçok kasabada evlerin şurasında burasında bu antik taşlara rastlayabiliyoruz.
      1963 yılında Ispartanın Ağlasun ilçesinin girişindeki köprü inşaatında çalışmıştım. Ağlasun'un ünlü "Harabe'leri" nin taşları kentin neredeyse tamamının yapımında kullanılmıştı. Karşı çıkmasaydım köprünün taşları da oradan taşınacaktı. Mühendisler bu karşı çıkışıma anlam verememişlerdi ama "Mahkeme kararı ile köprüyü yıktırmak"tan bahsedince dinamitle kaya teminine gidilmişti. 
Acaba bu süsleme kesik bir baş mı ?
Yine bu süslemedeki birbirinden farklı başlar neyi ifade ediyor
Yine aynı barbar şüpheyi uyandıran bir yüksek kabartma


  Evet burası enteresan ve büyüleyici bir güzellikteydi. Tiyatro, Hipodrom, Muhteşem bir taç kapı, Augustus' un (başı olmasa bile) Roma imparatorluğunun dört bir yanına kopyalarını gönderdiği ünlü zırhlı ve yalınayak heykeli ile daha pek çok yontu vardı. Kimbilir belki de eski Mısır uygarlığının etkisinin gelişmiş bir versiyonu olan lahitler birer sanat eseriydi. ancak kanımı donduran bir şey daha vardı. O da elindeki kesik başla heykeltraşa poz veren kişiydi.  Bunun kim olduğunu bilmiyorum ama bir rakibinin başını kesip anısına heykel yaptıran bir "KAHRAMAN" olmalı. Av dergilerinde rastlar ve çileden çıkarım. Vurduğu güzelim hayvanın üzerine bir ayağını basarak poz veren insan bozuntuları vardır işte bu da öyleydi. Sonra bir freskde daha buna benzer bir şeye rastladım. Sonra da
Augustusun Romadan gönderdiği zırhlı ve
çıplak ayaklı heykeli (başını bir kaçakçıya kaptırmış)

Afrodisyasın önemli kişileri.
düşündüm ki kenar süsü gibi çelenklerin arasına sıralanmış başlar da acaba böyle kesilerek kenar süslemesine dönüştürülen insan başları mıydı diye.    Gladyatörleri dövüştürüp binlercesinin öldürülmesi bu dönemlerde olmamış mıydı. Sanırım AFRODİSYAS uygarlığı böyle vahşetin ebedileştirildiği bir yer olmalıydı. Bu muhteşem eserler  böyle kanlı bir geçmişi mi anlatıyordu bizlere acaba  Afrodisyas kazılarını ve restorasyonunu Prof.Dr. Kenan Tevfik Erim 1990 yılında tamamlıyor ve açılışı Turgut Özalla birlikte yapıyorlar. Tam üç hafta sonra hayata gözlerini kapatıyor ve tam anlamıyla buraya hayatını adamışlığın huzuru içinde hayata veda ediyor. Vasiyeti üzerine özel bir izinle kendini adadığı bu antik kente defnediliyor. Onun sayesinde şimdi Afrodisyas bir yıldız gibi insanları kendine çekiyor. Sıcak olmayan bir mevsimde burayı görmenizi isterim.
Augustusun Romadan gönderdiği zırhlı ve
çıplak ayaklı heykeli (başını bir kaçakçıya kaptırmış)

Afrodisyasın önemli kişileri.
düşündüm ki kenar süsü gibi çelenklerin arasına sıralanmış başlar da acaba böyle kesilerek kenar süslemesine dönüştürülen insan başları mıydı diye.    Gladyatörleri dövüştürüp binlercesinin öldürülmesi bu dönemlerde olmamış mıydı. Sanırım AFRODİSYAS uygarlığı böyle vahşetin ebedileştirildiği bir yer olmalıydı. Bu muhteşem eserler  böyle kanlı bir geçmişi mi anlatıyordu bizlere acaba  Afrodisyas kazılarını ve restorasyonunu Prof.Dr. Kenan Tevfik Erim 1990 yılında tamamlıyor ve açılışı Turgut Özalla birlikte yapıyorlar. Tam üç hafta sonra hayata gözlerini kapatıyor ve tam anlamıyla buraya hayatını adamışlığın huzuru içinde hayata veda ediyor. Vasiyeti üzerine özel bir izinle kendini adadığı bu antik kente defnediliyor. Onun sayesinde şimdi Afrodisyas bir yıldız gibi insanları kendine çekiyor. Sıcak olmayan bir mevsimde burayı görmenizi isterim.
Ceviz altında bir sıcak molası
Bu gölge çok değerliydi.
Kafeteryada  birkaç bardak soğuk birşeyler ve rahat bir koltuk Afrodisyasa veda etmeye hazırız


    Büyük fotoğraf ustası Ara Güler'i bir TV söyleşisinde izlemiştim. Aydın, Nazilli, Denizli dolaylarında 1960 lı yılarda (yanılmıyorsam) dolaşırken köylüler ona bir takım harabelerden bahseder. Ara .Güler bu, O zamanlar genç ve dinamit gibi. Hemen kendisini oraya götürmelerini ister. Götürürler de. Gözlerine inanamaz ve hemen makinesini çalıştırmaya başlar. İstanbul'a dönünce de ilk iş olarak dostu Arkeolog Kenan Erim, i arar ve foroğrafları gösterir. Erim hoca böylece tüm hayatını vakfedeceği Afrodisyastan haberdar olur.    hemen çalışmaları başlatır ve kazılardan çıkarılan eserlerle Afrodisyas müzesini kurar ve şehrin önemli bir bölümünde de restorasyon çalışmalarını tamamlar. Bu onun 30 yılına mal olur. Kayıtlara 1961 yılında ilk defa Afrodisyasa keşif için gittiği yazılıdır. Ancak Ara Gülerden bahsedilmemektedir ama, Ara Gülere ben inanıyorum.
Bu Lahitteki yüksek kabartmada bazılarının elinde insan kafası var sanırım






















































8 Nisan 2012 Pazar

İZMİR YOLUNDA KAVUN VE ÇÖMLEK

    Çoğu kez tatilimizi Egede geçiririz. Egenin yakıcı güneşi ve üşüten denizi harikadır. Ama en güzeli de tatilin bitip dönüşün başlamasıdır. 

    Urfada atlarımız vardı onlara binmeye bayılırdık. Saatlerce dolaşır hayvanları koşturmak için sürekli çaba gösterirdik. Atların bu gezintilere bizim kadar hevesli olmadığını eve, yani onların ahırına yöneldiğimizde anlardık. Dönüşe geçtiğimizi hemen anlar ve bu kez de onları durdurmak için büyük çaba harcardık. Çoğu kez ahırın kapısından biz üzerindeyken geçmeye kalkarlardı da biz can havliyle eyerden kendimizi yere atmak zorunda kalırdık.


     Tatil dönüşlerinde o atlarımızla şimdilerde empati kuruyorum da  neden bu kadar tatil dönüşlerinde kaza istatistiklerinin yükseldiğini daha iyi anlıyorum. Eve dönüş gibisi yok.




      Aslında konu bu değildi ama daldık işte. Ege tatillerinden dönerken hemen her defasında Akhisar- Balıkesir arasında kurulan sergilere uğramadan edemem. Arabanın bagajının elverdiği kadar Kırkağaç kavunu ve bir iki de çömlek alırım.
     Kavunlar hemen her defasında(İzmit'te yokmuş gibi) tatsızdır, çömlekler de daha ilk ocağa girişte çatlayıverirler. Ama ben yine de her yıl  bunlardan alırım.
      Adamlar öyle güzel sergiler öyle güzel sıralarlar ki sadece bu emekleri için bile almaya ve onları ödüllendirmeye değer. (birkaç on liranın neresi ödülse) Şimdi fotoğraflara bir daha bakın. Hele hele satıcı amcanın müthiş gülümsemesini görünce siz olsanız almaz mısınız.
     Sevgiler sunuyorum.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Yer Gök Aşk olunca...

       Çoktan beri yazmamışım. Ama öyle bir dizi seyrettim ki yazmadan edemeyeceğim. Bir dostum şaka mı ciddi mi anlayamadığım bir eda ile "YER GÖK AŞK" diye bir diziyi izlememi önerdi. Benim dizi izlemediğimi biliyor. Bir bildiği vardır diyerek izlemeye karar verdim. Olaylar Ürgüp ve Göremede geçiyor. "Vaktiyle ASMALI KONAK vardı bir süre onu izlemiştim. Tesadüfe bakın ki bu da orada geçiyor.
       Ürgüp kaymakamlığının verilerine göre burada 17800 kişi yaşıyor. Yani herkes birbirini tanıyor. Aşağı mahallede biri yellense yukarı mahalle bunu hemen haber alır bu bir. İkincisi burada o kadar büyük zenginler ve büyük şirketler varmış da bizim haberimiz olmadığı gibi Forbes dergisinin de haberi olamamış ne yazık ki.
        Dizideki insanlar o kadar zengin ki dünyanın dilinde olmalılar ama gizlenmeyi başarmışlar işte. Aşklarını gizledikleri gibi.
Gelelim diziye.
        Efendim bu insanlar bir defa bu 17790 kişiyi o kadar habersizce sömürüp zengin olmuşlar ki hiç sormayın. Zenginlik onları o kadar baştan çıkarmış ki aman allah. Her kadının başkasıyla ilişkisi var. O kadar görünmez olmayı başarmışlar ki. kasabanın ortasına garsoniyer diye bir karavan koymuşlar ve orada iş pişiriyorlar da kimsenin haberi olmuyor kimse göremiyor. Karavan sabahlara kadar sallanıp duruyordur herhalde.
         Hava soğuk diye herhalde karavanda sevişiyorlar. Yoksa görünmezlikten o kadar eminler ki meydana yatak serecekler neredeyse. Vay anasını sayın seyirciler. Bir zamanlar DALLAS diye bir dizi vardı emin olun bunun yanında çok masum kalır. Onlar ne de olsa Amerikalı yaparlar, onlara yakışabilir ama bu kadar da olmaz yani. Bir de kahya kadın olmasa var ya daha neler yapacaklar. (Kahya kadın sanırım daha önceki bölümlerde bir haltlar yedi sonra da bir kenara atıldı ki intikam almaya kararlı.) Bir dizide bu kadar mantıksızlık bu kadar hayasızlık özel bir yetenekle yaratılabilir sanırım. Eeee Göreme, eeee Ürgüp oralarda neler dönüyor da ruhunuz bile duymuyor aferin size.
      Benim seyrettiğim bölüm 75. bölümdü bu kadar ilerlediğine göre epey reyting alıyor demektir. ve de daha bir o kadar da devam edecek demektir. Valla helal olsun sevgili milletime. Böyle başa böyle tarak ne yapalım yani. Benden bu kadar siz devam edebilirsiniz izlemeye.