Yıl 2002.Bir görev gezisinde Aydın- Denizli arasını ana yol yerine tali bir yoldan gitmemizi meslekdaşım ve yol arkadaşım Faruk Şakir Özay önerdi. Daha önce Denizli bölgesinde görev yaptığı için buraları iyi biliyor ve meraklarımı da bildiği için bir sürpriz hazırlıyor.
Bizi getirdiği yeri görünce ne kadar sevindiğimi ben biliyorum. Ancak ne yazık ki oldukça geç olmuş ve müze kapanmıştı. Görevliler yine de bizi kırmadılar ve hava kararana kadar- ki neredeyse güneş batmıştı- dolaşmamıza izin verdiler. Bu muhteşem yeri tam anlamı ile dolaşamamak beni oldukça yaralamıştı. ve buraya bir daha mutlaka gelmeliydim.
2007 Ege tatilinden Denizli üzerinden dönmeye karar verdik. Nazillinin ünlü et lokantalarından birinde 41 derecelik hava sıcaklığında öğle yemeğimizi yedikten sonra Nazilliden Karacasu Geyre yolundan Afrodisyasa vardık. Hava hala çok sıcaktı. Ben de sıcağı fazla sevmem ama söz konusu fotoğraf çekmek olunca işim bitene kadar ne sıcağın ne de soğuğun farkına bile varmam da sonra serilir kalırım. Hemen daldık antik kente. Handanla Tülin de kendilerini kaptırmışlar ve bir süreliğine sıcağı algılamamışlardı, taa ki büyük ceviz ağacının altına gelene kadar.
Onlar orada pes ettiler. Ben devam ederek turumu ve çekimimi tamamlayarak yanlarına geldiğimde sıcak havanın bizi ne denli tüketmiş olduğunu anlamıştım. Birkaç yüz metre daha gitmek ve büfeye erişmek zorundaydık. Uzunca bir dinlenmenin dönüşü daha da zorlaştıracağını düşünerek tüm gayretimizi topladık ve dönüşyoluna attık kendimizi. Neyse ki büfede soğuk içecekler ve dinlenmek için gölgeye konmuş masa ve sandalyeler vardı. Afrodisyası ve müzesini gezmiştik ama daha öğrenmemiz gereken detaylar vardı. Yıllar içinde bu detayları da ya raslantıyla ya da araştırarak öğrendik. bakın neler olmuş
Afrodisyas MÖ 3000 yıllarından beri varlığı bilinen birkaç defa ismi değişen bir antik kenttir. Her istialacı kral kendi adını vermiş olsa da yaşamını Afrodisyas olarak noktalamıştır. Noktalamıştır diyorum, zira bu kent İsa'dan önceki çağlarda önemliydi. Romalıların hıristiyan olmasından sonra önemini yitirmeye başladı ve heykel atelyeleri bir bir kapandı. Bağnaz hıristiyanlar birçok heykeli tahrip ettiler. (bu defa müslümanlıktan önce tahrip gördükleri ve toprak altında kaldıkları için kendimizi suçlayamıyoruz.)
1961 yılında Kenan Erim hoca bile oraya büyük zorluklarla ulaşabildiğine göre işte bu gözden uzak oluşu diğer eserleri kurtarmış olmalı. Anadolu'nun birçok kasabası ve köyü böyle antik kentlerin yok oluşu ile kurulmuştur. "Harabe" dediğimiz artık hiç bir işe yaramadığını düşündüğümüz bu antik yapıların taşları ziyan olmasın diye arabalara yükleyip taşımış ve kendi evimizi ve giderek de kasabamızı kurmuşuzdur. Hala birçok kasabada evlerin şurasında burasında bu antik taşlara rastlayabiliyoruz.
1963 yılında Ispartanın Ağlasun ilçesinin girişindeki köprü inşaatında çalışmıştım. Ağlasun'un ünlü "Harabe'leri" nin taşları kentin neredeyse tamamının yapımında kullanılmıştı. Karşı çıkmasaydım köprünün taşları da oradan taşınacaktı. Mühendisler bu karşı çıkışıma anlam verememişlerdi ama "Mahkeme kararı ile köprüyü yıktırmak"tan bahsedince dinamitle kaya teminine gidilmişti.
Evet burası enteresan ve büyüleyici bir güzellikteydi. Tiyatro, Hipodrom, Muhteşem bir taç kapı, Augustus' un (başı olmasa bile) Roma imparatorluğunun dört bir yanına kopyalarını gönderdiği ünlü zırhlı ve yalınayak heykeli ile daha pek çok yontu vardı. Kimbilir belki de eski Mısır uygarlığının etkisinin gelişmiş bir versiyonu olan lahitler birer sanat eseriydi. ancak kanımı donduran bir şey daha vardı. O da elindeki kesik başla heykeltraşa poz veren kişiydi. Bunun kim olduğunu bilmiyorum ama bir rakibinin başını kesip anısına heykel yaptıran bir "KAHRAMAN" olmalı. Av dergilerinde rastlar ve çileden çıkarım. Vurduğu güzelim hayvanın üzerine bir ayağını basarak poz veren insan bozuntuları vardır işte bu da öyleydi. Sonra bir freskde daha buna benzer bir şeye rastladım. Sonra da
Şehrin önemli kişilerinden birinin eşi |
Bizi getirdiği yeri görünce ne kadar sevindiğimi ben biliyorum. Ancak ne yazık ki oldukça geç olmuş ve müze kapanmıştı. Görevliler yine de bizi kırmadılar ve hava kararana kadar- ki neredeyse güneş batmıştı- dolaşmamıza izin verdiler. Bu muhteşem yeri tam anlamı ile dolaşamamak beni oldukça yaralamıştı. ve buraya bir daha mutlaka gelmeliydim.
Taç kapı ve Prof. Dr. Kenan Erim'in mezarı |
Afrodisyaslı bir soylu |
Afrodisyas MÖ 3000 yıllarından beri varlığı bilinen birkaç defa ismi değişen bir antik kenttir. Her istialacı kral kendi adını vermiş olsa da yaşamını Afrodisyas olarak noktalamıştır. Noktalamıştır diyorum, zira bu kent İsa'dan önceki çağlarda önemliydi. Romalıların hıristiyan olmasından sonra önemini yitirmeye başladı ve heykel atelyeleri bir bir kapandı. Bağnaz hıristiyanlar birçok heykeli tahrip ettiler. (bu defa müslümanlıktan önce tahrip gördükleri ve toprak altında kaldıkları için kendimizi suçlayamıyoruz.)
Bir insan başıyla poz veren zat |
1961 yılında Kenan Erim hoca bile oraya büyük zorluklarla ulaşabildiğine göre işte bu gözden uzak oluşu diğer eserleri kurtarmış olmalı. Anadolu'nun birçok kasabası ve köyü böyle antik kentlerin yok oluşu ile kurulmuştur. "Harabe" dediğimiz artık hiç bir işe yaramadığını düşündüğümüz bu antik yapıların taşları ziyan olmasın diye arabalara yükleyip taşımış ve kendi evimizi ve giderek de kasabamızı kurmuşuzdur. Hala birçok kasabada evlerin şurasında burasında bu antik taşlara rastlayabiliyoruz.
1963 yılında Ispartanın Ağlasun ilçesinin girişindeki köprü inşaatında çalışmıştım. Ağlasun'un ünlü "Harabe'leri" nin taşları kentin neredeyse tamamının yapımında kullanılmıştı. Karşı çıkmasaydım köprünün taşları da oradan taşınacaktı. Mühendisler bu karşı çıkışıma anlam verememişlerdi ama "Mahkeme kararı ile köprüyü yıktırmak"tan bahsedince dinamitle kaya teminine gidilmişti.
Acaba bu süsleme kesik bir baş mı ? |
Yine bu süslemedeki birbirinden farklı başlar neyi ifade ediyor |
Yine aynı barbar şüpheyi uyandıran bir yüksek kabartma |
Evet burası enteresan ve büyüleyici bir güzellikteydi. Tiyatro, Hipodrom, Muhteşem bir taç kapı, Augustus' un (başı olmasa bile) Roma imparatorluğunun dört bir yanına kopyalarını gönderdiği ünlü zırhlı ve yalınayak heykeli ile daha pek çok yontu vardı. Kimbilir belki de eski Mısır uygarlığının etkisinin gelişmiş bir versiyonu olan lahitler birer sanat eseriydi. ancak kanımı donduran bir şey daha vardı. O da elindeki kesik başla heykeltraşa poz veren kişiydi. Bunun kim olduğunu bilmiyorum ama bir rakibinin başını kesip anısına heykel yaptıran bir "KAHRAMAN" olmalı. Av dergilerinde rastlar ve çileden çıkarım. Vurduğu güzelim hayvanın üzerine bir ayağını basarak poz veren insan bozuntuları vardır işte bu da öyleydi. Sonra bir freskde daha buna benzer bir şeye rastladım. Sonra da
Augustusun Romadan gönderdiği zırhlı ve çıplak ayaklı heykeli (başını bir kaçakçıya kaptırmış) |
Afrodisyasın önemli kişileri. |
Augustusun Romadan gönderdiği zırhlı ve çıplak ayaklı heykeli (başını bir kaçakçıya kaptırmış) |
Afrodisyasın önemli kişileri. |
Ceviz altında bir sıcak molası |
Bu gölge çok değerliydi. |
Kafeteryada birkaç bardak soğuk birşeyler ve rahat bir koltuk Afrodisyasa veda etmeye hazırız |
Büyük fotoğraf ustası Ara Güler'i bir TV söyleşisinde izlemiştim. Aydın, Nazilli, Denizli dolaylarında 1960 lı yılarda (yanılmıyorsam) dolaşırken köylüler ona bir takım harabelerden bahseder. Ara .Güler bu, O zamanlar genç ve dinamit gibi. Hemen kendisini oraya götürmelerini ister. Götürürler de. Gözlerine inanamaz ve hemen makinesini çalıştırmaya başlar. İstanbul'a dönünce de ilk iş olarak dostu Arkeolog Kenan Erim, i arar ve foroğrafları gösterir. Erim hoca böylece tüm hayatını vakfedeceği Afrodisyastan haberdar olur. hemen çalışmaları başlatır ve kazılardan çıkarılan eserlerle Afrodisyas müzesini kurar ve şehrin önemli bir bölümünde de restorasyon çalışmalarını tamamlar. Bu onun 30 yılına mal olur. Kayıtlara 1961 yılında ilk defa Afrodisyasa keşif için gittiği yazılıdır. Ancak Ara Gülerden bahsedilmemektedir ama, Ara Gülere ben inanıyorum.
Büyük fotoğraf ustası Ara Güler'i bir TV söyleşisinde izlemiştim. Aydın, Nazilli, Denizli dolaylarında 1960 lı yılarda (yanılmıyorsam) dolaşırken köylüler ona bir takım harabelerden bahseder. Ara .Güler bu, O zamanlar genç ve dinamit gibi. Hemen kendisini oraya götürmelerini ister. Götürürler de. Gözlerine inanamaz ve hemen makinesini çalıştırmaya başlar. İstanbul'a dönünce de ilk iş olarak dostu Arkeolog Kenan Erim, i arar ve foroğrafları gösterir. Erim hoca böylece tüm hayatını vakfedeceği Afrodisyastan haberdar olur. hemen çalışmaları başlatır ve kazılardan çıkarılan eserlerle Afrodisyas müzesini kurar ve şehrin önemli bir bölümünde de restorasyon çalışmalarını tamamlar. Bu onun 30 yılına mal olur. Kayıtlara 1961 yılında ilk defa Afrodisyasa keşif için gittiği yazılıdır. Ancak Ara Gülerden bahsedilmemektedir ama, Ara Gülere ben inanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder