İnsanların
altın fiyatlarına odaklanması dikkatinizi çekmiştir. Sağa sola altın borcu
olanlar heyecanla daha ne kadar düşer diye beklerken altını olanlar da
heyecanla yükselmesini bekliyor.
İnsanların değer verdiği şeylerin
aslında sanal bir tarafı var. Eğer değer yüklersek değerli, yüklemezsek
değersizdir. Hayvanlar bu konuda bizden çok daha gerçekçi. Yiyecek, su ve eş
bulmak için savaşırlar. Para, altın, demir, kömür onlara bir şey ifade etmez. İyi
de bize neden değer ifade ediyor.
Ekonomi tarihine şöyle bir göz
attığımızda Hollanda’daki Lale çılgınlığı tam trajikomik bir durumdur. Lale
borsası öyle değerlenir ki tek bir lale soğanı servet etmektedir. Ancak ne
olursa olur ve bir gecede insanlar bu değere sırtını döner ve tüm geleceğini
LALE SOĞANINA bağlamış olanlar ellerinde tek kuruş bile değeri kalmamış olan soğanlarla
baş başa kalırlar.
Altın çılgınlığı da öyle. Altın 20. Yüzyılın
başına kadar ekonomik değeri sadece para basımında ve ziynet eşyası olarak
kullanılan bir madendi. Nispeten diğer metallerden daha az bulunuyor ama kolay
elde ediliyordu. Maden damarını buldun mu yıkamak yetiyordu. Tarihte tuzun ve
demirin altından daha kıymetli olduğu uzun bir dönem vardır. Hatta 20. Yüzyılın
başında bile Alüminyum saflaştırıldığında altından daha değerliydi. Einstein’e
yılın bilim adamı ödülü verildiğinde çok anlamlı bir de kupa armağan edilmişti.
Bu o gün için paha biçilemeyecek değerdeki bir alüminyum kupaydı.
20. yüzyılın ikinci yarısında bilgisayar
teknolojisi doğunca altın ilk defa sanayi maddesi olarak kullanılmaya başlandı.
Çok iyi bir iletken oluşu, ışığı geçirecek kadar ince levha haline gelebiliyor
olması ve 1 ğr altından 5km uzunluğunda tel çekilebiliyor olması onu elektronik
devrelerin yapımında baş tacı etti. Böylece altın ilk kez işlevsel bir değer
kazanmış oldu. Antik uzaylı kuramcıları altına değer vermemizin binlerce yıl
önce dünyaya inen ve insanları altın çıkarmaya zorlayan uzaylılara borçlu
olduğumuzu savunurlar.
Paranın da bir fare için değeri
kemirebileceği bir gıda olması kadar değerlidir. Ama bir insan, kemirdi diye
bir fare neslini ortadan kaldıracak kadar değer verir kâğıt paraya. Oysa her
gün çöpe attığımız gazeteler, dergiler, ambalajlar da aynı kâğıttan yapıldığı
halde hiçbir değer yüklemeyiz. Tuhaf değil mi.
Nesnelerin bir de arz talep yasasına
göre değer kazanıp kaybetmesi söz konusu, malum. Petrolü kullanmak
zorundayız(şimdilik) bu yüzden sürekli arzı da talebi de yükseliyor ve
değerleniyor. Bir gün Hollandalıların laleye sırt çevirmesi gibi petrole sırt
çevirebilirsek seyreyleyin gümbürtüyü.
Sızan haberlere göre dünyada henüz hiç
el değmemiş zengin altın yataklından birkaçı üç ülkede bulunmuş. Bu yataklardaki
altınlar üretimi birkaç kat arttıracak seviyedeymiş. Bu ülkelerden ikisi zengin
ülkeymiş ve altın yataklarını işletmeyi şimdilik düşünmüyorlarmış. Ama biri
ekonomik zorluklarla boğuştuğu için işletmeye kararlıymış. Şimdilik ortak
oldukları uluslararası şirketler parasal olarak destekledikleri için düşük
kapasite ile üretim yapıyorlarmış.
Durum onu gösteriyor ki arz talep
dengesi altın aleyhine bozulma eğiliminde. Bu yüzden düşüşü önleyecek tedbirler
daha ne kadar işe yarar kimse bilemiyormuş.
Bir yarış başlar da “Altın iyice dibe
vurmadan ben de rezervlerimi çıkarayım” diye diğer ülkeler de üretime geçerse
kim bilir belki bir gün kapı ve pencerelerimizi artık değersiz bir metal olan altından
yaptırabiliriz.
Bir şeye aslında birileri değer veriyor
diye değer verdiğimizi farkeder ve bu yarışa katılmazsak her şey işlevselliği
kadar değere sahip olur.
Askere gitmeme bir ay kala ilk oğlum
dünyaya gelmişti. Gitmeden bir hafta önce de sevgili babamı kaybetmiştim. 4
aylık askerlik benim en bunalımlı günlerime denk gelmişti. Kendimi bu
daraltılmış ve kısıtlanmış ortamda kaybedebilirdim. Bir çıkış yolu bulmaya
çalışıyordum. Hayatımda hiç sigara içmediğim halde arkadaşlarımın sağa sola
attığı alüminyum folyoları topluyor düzeltiyor ve istif ediyordum. Derslerin ve
talimlerin dışında geçmek bilmeyen zamanı köşe bucak folyo arayarak
hızlandırmaya çalışıyordum.
Bir süre sonra bu eylemim başkalarının
da dikkatini çekti. Neden bunları topladığımı sordular. Uzun uzun dert anlatmak
yerine “Çok para ediyor İstanbula görürüp satacağım” yalanını uydurdum. Artık herkes
folyo biriktiriyordu. Amansız bir rekabet başlamıştı. Millet neredeyse sigarayı
satın alıp içini atacak ve folyosunu paketten daha pahalıya satacağına
inanacaktı. Sonunda 4 ay doldu teskere alacağız. Folyo toplayıcılar yanıma
gelip nereye kaça satacaklarını sormaya başladılar. Onlara bunu bilmediğimi ve
en büyük koleksiyona sahip kişi olarak kendi folyolarımı seve seve onlara
bağışlayacağımı söylediğimde yüzlerini görecektiniz. Onlar sırf ben değer
veriyorum diye hiçbir değeri olmayan folyoya değer biçmişlerdi.
Sevgiyle kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder