Fuat Çandarlı ile ÇARŞAMBA GEZGİNLERİ'ni kurduğumuzdan beri pek çok gezi düzenledik. Bunları, adına uygun şekilde Çarşamba günleri yapıyoruz. Bu gruba katılarak seyahat etmek isteyen dostlarımız hep var, ama onların nedense Çarşamba günleri hep işleri oluyor ve hep Fuat kardeşimle ikimiz yalnız gitmek zorunda kalıyoruz. (Kim bilir belki de daha iyi oluyordur) Onlara da Facebook sayfasını beğenmek veya sitem etmek kalıyor. Biz bunlara kanmayacak kadar deneyimliyiz.
Bu haftayı çok önceden SÜLEYMANİYE ve çevresine ayırmıştık ve gittik.
Süleymaniye Cami ve külliyesi ülkemizdeki en ünlü camilerden biri ama EN güzeli, EN büyüğü, EN...EN EN i değil ama Osmanlı Cami mimarisinin birçok bakımdan en doruk noktasıdır. Bu cami Osmanlı Cami mimarisinin esaslarının belirlendiği, simgesel anlamlar, Mimari kalıplar, ve daha birçok bakımdan örnek teşkil ettiği camidir. Sinan bile bunun en büyük eseri olduğunu değil de KALFALIK eseri olduğunu söylemiştir. Sinan, Ayasofya'yı adeta yenibaştan yaratan mimardır. Ayasofya'nın onarımlarını yaparken bu eserden çok şey öğrenmiş ve kullanabileceği çok bilgiyi burayı onarır ve güçlendirirken edinmiştir. Bunda şaşılacak da bir şey yoktur.
Sinan eserlerini imkânı olduğu halde kubbe açıklığı ve yüksekliği bakımından Ayasofya'yı geçecek şekilde inşa etmemiştir. Bunu da "Ayasofyaya saygısından" dolayı yapmadığını açıklamaktan geri kalmamıştır. İyi ki de öyle yapmıştır aksi halde günümüze kadar gelen bir yarışma mantığı ile cami inşaatına yol açmış olacaktı.
Güzel bir hava bizi Süleymaniye gezisinde destekledi. ve güzel fotoğraflar çekebildik. yine de bazı fotoğrafları çekmekten kaçındığımı söylemeden edemeyeceğim. Urfada cami avlularından geçerken camilerin içinde ve revakların altında uyuyan, vakit gelince ezanla kalkan ve namazını kılıp yeniden uyuyan insanları çok görmüştüm. Havalar çok sıcak ve insanlar parasız ve işsiz olduğu için bunu normal karşılardık. Süleymaniye gibi bir mabette bu manzara ile karşılaşınca çok üzüldüm ama fotoğraflarını da çekmedim.
Üstelik de çok sıkı bir güvenlik ağı vardı. Bu iri yarı ve üniformalı güvenlikler ne mi yapıyordu. Kadınların kıyafetlerini denetliyor ve caminin ana kubbesinin olduğu yere girmelerini engelliyor bir de turistleri namaz saatlerinde içeriye sokmuyorlardı.
Kadınlar, gördüğünüz ahşap parmaklıktan içeri sokulmuyor, onların bu yapıyı doya doya gezmesine olanak tanınmıyorlardı. En solda gördüğünüz kadın tabelayı okudu mu bilmiyorum ama tıkıldıkları kendilerine ayrılmış küçük bir yerde diğerleri ile birlikte namaz kılıp gitmek zorundaydı.
SÜLEYMANİYE caminin adı olmakla birlikte bir semtin de adıdır. Birçok işyerini -ki bunlar el sanatlarının hayatını sürdürdüğü küçük imalathanelerdir- barındırır.
Süleymaniye semti Osmanlı sivil konut mimarisinin güzel örnekleriyle doludur. ve bunların neredeyse tamamı ahşap mimarisidir. Çoğu artık ayakta durmakta zorlanmaktadır. Fakir sayılabilecek bu insanların Tarihi eser niteliğindeki bu binaları restore ettirmeye güçlerinin olduğunu sanmıyorum.
Süleymaniye vakfına ait İşyerleri
Ayakta kalmaya çalışan birçok defa müdahale edilmiş evler.
Zaman belki de en iyi direnen bir sıra konak.
Direncini yitirmeye az kalmış Süleymaniye evlerinden.
Sevgili takipçilerim, elbette ki fotoğraflar bukadar değil. daha pek çok. Bunlar örnekler sadece Nedense Osmanlı geleneğinde camilerin çevresinde yarleşenler mütevazılığın da ötesinde küçük ve göze batmayacak bir konut mimarisini tercih etmişlerdir. Edirnedeki Selimiye camiinin çevresi de Sultanahmet'in çevresi de böyledir.
Neyse ki üniversite öğrenciliğimden bu yana değişmeyen şey Süleymaniyede hala kuru fasulye ve pilavın lezzetini koruyor olmasıydı.
Başka bir yazıda görüşmek dileği ile.
Sevgili abim, eline sağlık
YanıtlaSil