1957 yılında müziğimizle tanışmam Urfa Musiki Derneğinde oldu. Tahmin edeceğiniz gibi bu meşk usulüne dayanan bir kendi kendine öğrenme durumuydu. Üniversite yıllarında 1963 de Teoman Önaldı'nın kurduğu İ.Ü. Tıp korosunda sonra da İleri Türk Musikisi Derneğinde gerçek müzikle tanıştım. O güne kadar radyodan dinlediğim şarkılara udumla eşlik etmeye çalışır taksimleri taklit etmeye uğraşırdım. İleri Türk Musikisi Derneğinde ilk nota derslerini alınca bu işin esasının bu olduğunu kavradım. Teoman Önaldı hocamın ud tekniğini görünce bu sazı asla çalamayacağıma karar vermişken onun teşviki ile devam cesareti buldum. buraya kadar yazdıklarım benimle ilgili. Sonra pek çok ortamda, pek çok koroda ud çalarak yıllar geçti.
Beni dehşete düşüren aynı eserlerin farklı kaynaklardan farklı notalarının oluşuydu. Şeflerimizin önümüze koyduğu notalara sadık kalırken hep "Doğrusu hangisi" diye düşünmüş bazen de tartışmışımdır. Birçok yerel şefin de notaya sadık kalmadığını görünce nota bilmediklerini anlıyordum Giderek müziğimiz hakkında düşünmeye ve araştırmaya başladım.
Korolara insanlar vakit geçirmeye, sosyal statü kazanmaya, müziği sevdiği için, sahnede boy göstermek için, eşi veya sevgilisi istediği için, gibi temeli olmayan ve bağları da zayıf olan nedenlerle geliyorlardı. devam istikrarsız ve düzensizdi. Kimse disipline girmek istemiyordu. Çalışmalar saatinde başlayamıyor ve bitemiyordu. Erdinç Çelikkol gibi hocalar bile bunun üstesinden kısmen gelebiliyordu.
Kulağı biraz sağlam olan koristler mutlaka solo bekliyor alamayınca da küserek ayrılıyorlardı. Bu, hocalar üstünde baskı yaratıyor solo sayısı arttırılıyor bu da bazı solistlerin konseri berbat etmesine neden olabiliyordu.
Hocanın repertuvarı yerine, koronun söyleyebileceği şarkılar seçiliyor, öyle olunca da her konser birbirine benzemeye başlıyordu. Nihavend, Hicaz, Hüzzam, Uşşak makamlarının dışına çıkılamıyor böylece de bir ilde bulunan (Yazdıklarım İzmit içindir.) tüm korolar sanki "Bu şarkıları en iyi kim okur" yarışmasıymış gibi bir hal alıyor. Aynı yüzler hemen her koroya katılıyor, hocalar da bunda bir sakınca görmüyor. İlde bulunan birkaç profesyonel saz hemen her konserde korolara eşlik ediyor. İnci Yaman hocamız, Gürcan'la Bircan'ı her hafta getirirken konserlere mecburen İstanbul Radyosundan sazlarla çıkıyordu. Erol Sayan, İnci Yaman, Erdinç Çelikkol, Mustafa Sağyaşar, Mithat Yılmazel, ve Sadun Aksüt Hocalar yıllarca burada koroları çalıştırdılar; ancak eldeki malzeme yeterli alt yapıya sahip olmadığı için çemberi onlar da kıramadı.
Bu işi en sağlam tutmaya çalışan ancak sonunda yarı yarıya pes eden Neyzen Dr. Erdoğan Akkanat'tır
Mesleği tıp doktorluğu olan bu değerli neyzen ve müzikologla (Teoman Hocamla aynı sınıfta tıp eğitimi almış) da çalıştım, bu çemberi birkaç konserle kıran bir hocadır. Nevakar'ı bile izleyici ile buluşturmuştur. Tek kuruş almadan müzikle uğraşan nota da öğrettiği neyzenler de yetiştiren Erdoğan hocanın görevlendirmesi ile iki yıl nota dersi verdim. 30 kişi başlıyor beş kişi ile devam ediyorduk. sonunda ben de emeğimin çöpe gitmesine dayanamadım. şimdilerde bir buçuk yıldan fazla pandemi yüzünden çalışmalara ara verildi.
Gelelim genele, TRT radyolarının Türk müziğini TRT nağme ile sınırlandırmış olması giderek orayı da kısır döngüye soktu. Radyo sanatçılarının neredeyse tamamını sesinden tanırdık. 20 yıldır TRT ye giren sesler neredeyse birbirinin kopyası, ayırd edemiyorum. Sizler özellikli, ayırd edici özelliği, ses ve tavırları olan sanatçılar olarak ayrı bir yerdesiniz.
Müziğimizin oda müziği olduğunu asla unutmamalıyız diye düşünüyorum. Eğer batı ayarında bir orkestrasyon yapıp bir seviye yukarı çıkamıyorsak, bir saz ordusu, bir korist ordusu ile sahne almanın görsellikten öte bir yararını göremiyorum. Bu görselliği de en çok bozan kemen arşelerinin birinin inerken diğerinin kalkmasıdır. Rahmetli Yıldırım Gürses ve bildiğim kadarıyla İsmet Nedim bazı denemeler yapmıştı ama neden devamı gelmedi bilemiyorum; sadece TRT nin kurumsal olarak desteklemediğini tahmin edebilirim. Çok iyi saz ustaları yetişiyor; konservatuvarlar bunu başarıyor, ancak duygu yüklü müziğimizi aşırı teknik icralarla bu duygudan kopardıklarını düşünüyorum. Yorgo Bacanos, Musa Kumral, Teoman Önaldı, Cengiz Dişçioğlu, Kadri Şençalar' da tekniğin zirvesinde oldukları halde onların Türk müziğinin ruhunu tam yansıtan icralarını şimdiki "uçan parmak" larda bulamıyorum.
Sevgili Selim hocam, sizi ve eşinz Neşe Hanımı hem zevkle dinliyor hem de kendimize çok yakın buluyoruz. Ben Denizlili eşim İzmirlidir belki de bu sizi kendimize yakın hissetmemize nedendir. Bundan birkaç yıl önce sizin programınızda Teoman Önaldı Hocamın "Kelebekler Diyarında" eserini büyük incelik göstermiş ve Hüseyin Erci nin ud taksiminin ardından icra etmiştiniz. Bizim için unutulmaz bir anıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder