Rahmetli dostum Hasan usta
Yugoslav göçmeniydi. Çok iyi bir marangozdu. İyi para kazanır ve iyi yaşardı.
Memleket özlemine dayanamaz hemen her yıl bir Avrupa seferine çıkardı.
Memleketi Makedonyada bir süre kalır sonra da mesleğinin gereği olan takımları
seçmek üzere İtalya, Almanya, Fransa ve Hollanda’yı dolaşır ve bu gezilerini
Rumeli şivesiyle ballandıra ballandıra anlatırdı.
Marangozlukta Avrupa ile olan bu
sıkı bağı nedeniyle en iyisiydi. Ama beni bu yazıyı yazmaya iten o usta
marangozluğu değil elbette. Onun bilge kişiliği ile yaptığı önemli bir gözlemin
aklıma takılmış olmasıdır.
Hasan Usta Avrupa gezilerine
çocukluk arkadaşı birkaç dostuyla çıkardı. Ortak tarafları çoktu. Hemen hepsi
memleket hasretiyle doluydular, meslektaştılar ve gezecek kadar çok para
kazanıyor ve birkaç Avrupa dilini konuşabiliyorlardı.
Hasan Usta bu gezilerinde çok
sık bahse giriyor ve hemen daima kazanıyordu. Bu da yolda gördükleri Türkleri
saçı, giyimi ve tavırları ne kadar Avrupalıya benzese de teşhis etmesiyle
oluyordu.
Yanındakilere “Şu gelen Türk.
Bahse giren var mı?” diye soruyor. Onlar da aksini savunurlarsa yanaşıp
soruyorlardı.
“Türk müsün?” cevap şaşmıyordu
“Evet yoksa siz de Türk müsünüz....”
Halbuki adam şakır şakır
yaşadığı veya çalıştığı ülkenin dilini konuşuyor, kıyafetleri aynı Almanlar
veya Fransızlar gibiydi. Bıyık mıyık da bırakmayanlardı. Diğerleri
kaybediyorlardı ve Hasan usta neredeyse hiç yemek parası ödemeden tatilini
tamamlıyordu.
Arkadaşları asla sırrını
çözememişlerdi. Bir gün ona bu sırrı kimseye açıklamayacağıma dair söz vererek
öğrenebildim.
Hasan Usta bahse konu olan
kişinin sadece ayakkabılarına bakıyormuş ve boyasız olduğunu görünce diğer tüm
faktörler aksini söylese de onun bizden biri olduğunu hemen anlayabiliyormuş.
Sonraları bu konuyu çok
düşündüm. Bizler neden ayakkabılarımıza özen göstermiyorduk. İlginçti ben de
buna dahildim.
Sonunda bir gün evime bir boy
aynası koydurduğumda sır birden bire çözüldü. Sabahları evden çıkarken boy
aynasına bakıyor ve eğer pantolonum ütüsüz ve ayakkabılarım boyasızsa hemen
bunları düzeltme ve ayakkabılarımı boyama gereği duymaya başlıyordum.
Bir süre sonra aynalarla kılık
kıyafet arasındaki ilişkiyi bulmuştum. Beş on santim çapında cep aynası kullanan erkekler bıyıklarına ve
saçına özen gösterebiliyordu. Kendisine ait görebildiği yerler sadece o
kadardı. Bir lavabo aynasına sahip olanlar kravatına da özen gösterebiliyordu.
Şöyle büyükçe bir portmanto aynası olanlar ceketinin tamamına biraz da pantolon
ütüsüne odaklanabiliyordu. Ama boy aynası çok az evde vardı ve bu yüzden de
ayakkabılar hep gözden kaçıyordu. Hatta kimi zaman paçaların kısa kimi zaman da
yerleri süpürmesi tam da bu sebeptendi anlaşılan. Birinin tavırlarından hoşlanmadığımızda ona
“Sen hiç aynaya bakmıyor musun?” deriz ya ne kadar doğru. Aynaya, hem de boy
aynasına her zaman bakmak gerek. Eğer bize bizi yansıtan bir ayna yoksa
birileri kim olduğumuzu defomuzdan hemen anlayabilir. Ama biz yine de aynaları
sevmez kusuru aynada buluruz. Dostlarımızın da bir ayna gibi bize bizi
göstermesinden hoşlanmayız. Yine de dev aynalarını çok severiz zira o bizi
bizim istediğimiz gibi gösterir. Herkese aynalarala barışık bir yaşam
diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder