Arap
Saz Semaisi.
Müzik
parçalarının ama doğru ama uydurma hikâyeleri vardır. Şarkılar daima bir hikâyeye
dayanır. Bu ya şairin ya da bestecisinin etkilendiği genellikle de bir aşkın
hikâyesidir. Halk türkülerinde bu yelpaze daha geniştir. Hikâyelerin
kategorileri, yiğitleme, güzelleme, pastoral, hatta komedi gibi oluşur.
Saz
eserlerinin sanatsal kaygıları vardır. Türk müziğinde sözsüz hikâyesi olan eser
oldukça nadirdir. Hikâyesi olanlardan birinin Arap Saz Semaisi olduğunu duymuştum. Bayati makamındaki bu saz
semaisinin ezgileri insanda oldukça karmaşık duygular yaratır. Şimdi bu eserin
olası hikâyesine geçmeden küçük bir açıklama daha yapmak gerekiyor.
Geleneksel
eğlence mekânlarında eğlence fasılla başlardı. Faslın başlamasıyla birlikte
gazino dolmaya başlar eğlence gittikçe kıvamına gelirdi.
Peşrevle
başlayan fasıl takım denilen ve ağırdan başlayıp gittikçe hızlanan ağır semai,
semai, şarkılar, arada bir ara taksimi sonra da yine şarkılarla devam eder en
sonunda da saz semaisi ile sona ererdi. Tabii fasıldaki sanatçılardan gazelhan
olanları zaman zaman aşka gelip bir gazelle çıkış yapar ve gazel herhangi bir
şarkının arasında tamamlandıktan sonra şarkı kaldığı yerden devam eder ve sonra
başka bir şarkıya geçilirdi. Ardından solistler kıdem sırasına göre sahne
alırlardı. Kıdemi en düşük solistler önce çıkardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde
as solist sahneye çıkar ve eğlence doruk noktasına gelirdi.
As
solistin coşku içinde bıraktığı seyirci, ısrarla birkaç defa daha sahneye
çağırır ve bis şarkıları okuturdu. Ama yine de konser sona erer ve as solist
seyirciyi sazlarla baş başa bırakır çekilirdi. İşte o zaman oyun havası denen
beste türü devreye girer ve dansözü adeta sahneye çıkmaya kışkırtırdı. Bu
eserlere oyun havası denmesinin sebebi dansözün göbek dansı yapmasına uygun
ritm ve tonda bestelenmiş olmasından kaynaklanırdı. Oyun havalarının arasında
zaman zaman keman, klarnet veya kanun aşka gelir dansözün ritm dışı
gösterilerine eşlik ederdi. Bu gazino eğlenceleri, seyircinin coşkun, çekırkeyf veya zil zurna
sarhoş olarak kendini dağıttığı erkek eğlencesiydi. Gazinolardaki konsomatris
kadınların dışında müşteri olarak gelen kadın sayısı parmakla sayılacak kadar
az olurdu.
Sanatçılara
gelince, bunlar ismi çok duyulmuş zamanının en ünlü bestekârları bile olsa,
isimleri ağızdan ağza dolaşsa da ekmek parası peşinde koşan, günübirlik kazanan
ve zor koşullarda hayatını kazanan insanlardı. İçlerinde iyi kazananlar belki
vardı ama onlar ya plaklarından ya da ek işlerinden kazanırlardı.
Bunların
içinde en ilginç yaşam öyküleri olanlar dansözlerdi.
İşte
hikâyemiz böyle bir dansözün hikâyesidir.
Udi Mısırlı İbrahim Efendi’nin de saz
heyetinde bulunduğu böyle bir gazino programında sırasını bekleyen dansözün-ki
hiç biri gerçek isim kullanmaz takma isimle sahne alırdı- sıkıntılı halini
gören İbrahim Efendi kısa ara sırasında kadının yanına gelir ve “az sonra
sahneye çıkacak bir dansözün bu kadar durgun olmasının normal olmadığını, neden
bu halde olduğunu” sorar. Dansöz “evlilik dışı çocuğunun evde çok hasta
yatmakta olduğunu, aklının sürekli orada olduğunu” söyler. Birkaç kuruşluk
kazancından olmamak için de sahneye çıkacağını ama durumunun seyircinin hoşuna
hiç gitmeyeceğini söyler. Kim bilir belki de patron onu işten de bu yüzden atacaktır.
Mısırlı
İbrahim Efendi hemen saz arkadaşlarını toplar ve bir yerlerden aklında kalmış
olan bir saz semaisini onlara çalar. İki ara daha verilecektir. Aralarda tekrar
birlikte çalışmaları için karar verirler ve böylece aslında bestekârı belli
olmayan bu eser, Mısırlı İbrahim Efendi’nin hafızasından müzik dünyasına
yeniden doğar.
Eserin
ezgileri duruma ve dansözün ruh haline öylesine uygundur ki. Kimse dansöze
şehvetle bakmayı akıl bile edemez. Eser zaman zaman yükselen, zaman zaman
inleyen, ve zaman zaman da hızlanıp yavaşlayan temposuyla seyircinin ta yüreğine
işler. Konser sona erdiğinde pek çok kişinin dudaklarında ezgilerin
mırıltıları, pek çok gözde yaşlar vardır.
Patron
da çok memnundur. Dansöz birkaç kuruşluk parasını alır ve çocuğuna koşar. Ne
yazık ki artık çok geçtir. Ertesi gün çocuğun cenazesinde sadece bir avuç sanatkâr
arkadaşı vardır.
Akşam
hepsi buruk bir şekilde sahne alırlar ama dansöz artık aralarında değildir.
Seyircinin dansöz umurlarında bile olmaz. Onlar akşam çalınan Bayati
makamındaki Arap Saz Semaisini ısrarla istemektedirler. Gün boyu herkese bu
eserden bahsetmişler ve bu sayede gazino hınca hınç dolmuştur. Saz sanatçıları
büyük bir coşkuyla ve hemen hepsi ağlayarak eseri defalarca çalarlar.
İşte
o güzeller güzeli Bayati Arap Saz Semaisi böyle acı bir hikâyeyle tekrar ortaya
çıkmıştır. Bazı kaynaklar eserin Mısırlı İbrahim Efendi’nin bestesi olarak
yazsa da o bunu hiçbir zaman sahiplenmemiş ve bir zamanlar duymuş olduğunu ve
kime ait olduğunu bilmediğini söylemiştir. Ve LAEDRİ dir demiştir.
Gerçekten
bu hikâye doğru mudur veya ne kadarı doğrudur kim bilebilir ki. Yazılı kaynak
olmadıktan sonra bir efsane olarak bakılabilir, ancak büyük hikâyeci Sabahattin
Ali bu olaydan esinlendiği bir hikâyeyi kaleme almıştır.
Aklınızda
bulunsun bir gün Arap Saz Semaisi’ni duyacak olursanız ezgilerin üzerine bu hikâyeyi
monte ederek dinleyin. O, çocuğu ölüm döşeğinde iken sahnede dans etmek zorunda
olan dansözü görür gibi olacaksınız. Kim bilir belki de iki damla gözyaşı ile o
kadıncağızın acısını paylaşacaksınızdır.