23 Mayıs 2013 Perşembe

TOHUMLA GELEN DEHŞET (3)

Hibrit tohum ve gerçekler.
Önceki yazılarımda tohum ve hibritleme konularını işlemiştim. Başlığa baktığınızda "bunun neresi dehşet" diye düşündüğünüzü görür gibiyim. Bazı dehşetlerin belki de hiçbir zaman farkında olamayabiliriz. Yaşadıklarımızın neden ve nasılını bilmeyince de cevabımız hazır olabilir “Takdir-i ilahi”. Hayır başımıza gelen hiçbir kötülük yüce Allahın takdiri değildir. Kendi bilgisizliğimiz veya vurdumduymazlığımızdır. İşin felsefi tarafını bir yana bırakıp 2. Yazımızın bittiği yerden devam edelim.
ABD de 1960 lı yıllarda HİBRİT tohumla harikalar yaratılıyor ve Mohave çölünde bile 1 metre uzunluğunda salatalık yetiştirildiği ballandırılarak anlatılıyordu. Hemen her üründe üretim patlaması vardı ve ABD tüketimi bu üretimi eritemedi. Yüzbinlerce çifçi iflasın eşiğindeydi. Tabii o oranda da hibrit tohum üreticisi.
Hükümet duruma el koydu. Önce iflas eşiğindeki çifçilerin ürünlerini satın aldı. Depolayabildiklerini silolara yüklediler, depolayamadıklarını üretildikleri tarlalara gömdürdüler. Ardından da yeni düzenlemelerle bazı sınırlamalar getirdiler. Şimdi sıra ürün fazlasını ve hibrit tohumları değerlendirmeye gelmişti.
Birleşmiş milletlere “Avrupa Kalkınma Planı” adı altında bir plan sundular. Bu planda Dünyada 1 milyar aç insan olduğunu ve bir “Yaşil Devrim” gerektiğine ikna ettiler. ABD silolarındaki ürün fazlasını (tahıl) hibe ederek “Koruyucu baba” rolünü oynadılar. Ardından da bu ülkelerin kendi kendilerine yeter duruma getirilmelerini ve bunun için de “yüksek verimli Hibrit tohum” kullanılmasını önerdiler.
Nüfuslarını beslemede zorlanan Pakistan ve Hindistan ilk kurbanlar olarak seçildiler. Önce bedava hibrit tohumlar verildi. “Takdir-i ilahi” ye bakın ki bu ülkeler ilk yıllarda çok mutlu oldular. Ancak 1980 li yıllara gelindiğinde bu iki ülke ve bu kervana katılan Türkiye dahil pek çok ülke bu beladan nasıl kurtulacağız diye düşünmeye başladı.
Hibrit tohumla yapılan tarım, mevsimsel yağışlarla yetinen yerli türlere göre çok daha fazla suya ihtiyaç duyuyordu. Bunun için barajlar gerekiyordu yaptılar, bu ürünler doğaya karşı korumasızdılar, tarımsal ilaçlara gereksinim duyuyorlardı. İlaç satın alınıp kullanıldı. Toprağı inanılmaz derecede sömürüyordu. Suni gübre kullanılmazsa yıllarca topraktan verim alınamıyordu. Suni gübre ithalatı ve fabrikaları devreye girdi. İşin en önemli tarafı da tohuma olan bağımlılık asla kırılamayacak bir mecraya girmişti. Her yıl yerli ürünlerin %20 kadarı yalancı tozlaşma nedeniyle de yerli ırklar yozlaşıyordu.
Bunların sonucu olarak sadece Türkiye’de kişi başına düşen su rezervi 8500 M3 den 1461 m3 e gerilemiştir.
Göllerin tamamı sularının büyük bölümünü kaybetmiş. Buna karşılık da topraklarımız aşırı sulama nedeniyle çoraklaşmıştır. Akarsular dizginlenip devasa baraj göllerinin oluşması verimli ovaların bu göl suları altında kalmasına hem de ekolojinin değişmesine neden olmuştur.
Buna bir de kullanılan gübre ve tarımsal ilaçların suları kirletmesini eklersek durumun vahameti daha iyi anlaşılır.
İŞİN EN KÖTÜSÜ BU BAĞIMLILIĞIN ASLA KIRILAMAYACAK NOKTAYA GELMEK ÜZERE OLUŞUDUR. BU NOKTADAN SONRA KALELERİN KUŞATILMASI TAMAMLANMIŞ VE İŞİ AÇLIĞIN VE SUSUZLUĞUN BİTİRMESİNİ BEKLEMEKTEN BAŞKA TEK MERMİ ATILMASINA GEREK KALMAMIŞTIR. İşte Gazze. Yakında tüm az gelişmiş ülkeler birer Gazze olma yolunda. Bundan daha büyük dehşet olabilir mi ve bu dehşet canlıların temel ihtiyacı olan TOHUM dan gelmektedir.

Bir de ilk yazımda yazdığım kanunların çıkarılması ile bu kuşatmaya içerden destek verenlerin varlığı ve çabaları DEHŞETİN DEHŞETİDİR.

1 yorum:

  1. Bu tür yazıların ne yazık ki fazla okuyucusu olmuyor ama bir kişi bile okusa yine de yazmaya değer. İnsanlar bildiklerini gördüklerini yazmayacaksa o kadar eğitimin ne değeri kalır ki..

    YanıtlaSil