Malum, sonbaharda yapraklar dökülmeye başlar. İlkbaharda hepsi
birden dünyaya gelen yapraklar sonbaharda farklı zamanlarda dökülür. Kimisi
hevesle dalından bırakır kendini süzüle süzüle toprağa paraşüt gibi iner, kimi
sert bir poyrazla kimisi de yağmur taneleriyle ayrılmak zorunda kalır
dallarından. Kimisi ise sımsıkı tutunmuştur, direnir de direnir. O Henry’nin
son yaprağı gibi. Ama sonuç yine de değişmez. Yeni geleceklere yer açılmalıdır
dallarda.
Bir insan kuşağı da böyle işte. Özellikle yaşamın
sonbaharının yılın sonbaharına denk geldiği günlerde daha sık düşeriz toprağa. Cami
avlularında aynı anda kılınan birkaç mevtanın önünde, direnenler saf tutarlar
kendi sıralarını beklerken. Kalabalık cematte kimin kimi uğurlamaya geldiği de
pek anlaşılmaz. Kim kimi yolcu etmeye gelmiştir ne önemi var. İnsanlık adına…
Bir dostun “bir namazlık saltanatına” tanık olmak için
gelmiştim. Üç saltanat varmış meğer. Cemaatten çok azını tanıyorum. Besbelli ateş
düştüğü yeri yakmış. Ağlayanların yüreği yanık. Kimisi üzgün kimisi olağan
karşılıyor, hatta kimisi de gülüşüp şakalaşıyor bile. Kime ne? Herkesin yaptığı
kendine.
Arkamda yoğunlaşan kalabalık kadınlı erkekli. Hemen arkamda
bir kadın hıçkırıklarla ağlıyor. Kulak kabartıyorum. Ölenlerden biri annesi.
Hafifçe yana kayıyorum dörtlü bir grup. Sadece bir tanesi ağlıyor. Bir ara bir
sessizlik oluyor. Kadınlardan biri soruyor. “Çantayı Ulus pazarından mı aldın?”
bu sorudaki hinliği ben bile anlıyorum. Ağlayan kadın birden normale geçiş
yapıyor. “Ne demek istiyorsun…… iki ay önce yurtdışından aldım”. Usulca göz
atıyorum hemen her yerinde Louis vuitton
yazıyor çantanın. Kocaman bir şey. Telefon çalsa içinde bulmak mesele olur.
Yakınlarda bir dostumu görüyorum ve oraya doğru kayıyorum.
Kaldığı yerden ağlamaya başlayan kadını usulca gösteriyorum “Kim bu” hatun kişi
olan mevtanın kızı imiş. Kolumdan çekip biraz uzaklaştırıyor beni ve hikayeyi
ondan öğreniyorum.
“Üç kız bir erkek kardeşmişler. Dördünün de hali vakti
yerindeymiş. Babaları öleli çok olmuş. Anneye uzun bir yaşam nasip olmuş ama
bir süre sonra kendini idare edemeyecek kadar yaşlanmış. Gerçi kendine ait evde
oturuyormuş, kimseye muhtaç olmayacak kadar da geliri varmış ama yaşlılık zor,
zihin bir gidip bir geliyor. Bazen evden çıkıyor ama dönüşte bulamıyor. Neyse ki
konu komşu tanıyor da evine getiriyor. Sonunda çocuklarına komşular durumu
anlatıyorlar. Bunlar hemen toplanıyorlar ve günlerce ne yapmaları gerektiğine
karar veremiyorlar.
Erkek kardeş kesip atıyor sonunda. “Benim karım anneme
bakamayacağını söyledi ben annemi evime alamam.”
Kızlardan bir teklif ediyor. “Birer ay bakalım. Kardeşimiz de
maddi olarak destekler”
Oğul, “Ne münasebet, annemin maaşı var kim bakıyorsa o, o
ayın maaşını alsın”
Kızlardan biri. “Annemin dairesini satalım nasıl olsa biz
nöbetle bakacağımıza göre eve ihtiyacı olmayacak.”
Öbür kız. “Kardeşim doğru söylüyor evi satalım gerçi paraya
ihtiyacımız yok ama kocam işini büyütür bu sayede. Tabii payıma düşenle.”
Üçüncü kız.”Annem hayattayken ben evin satılmasına taraftar
değilim. Zaman zaman evinde kalmak isteyebilir, o zaman ne yaparız. Gerektiğinde
ona hem kendi evimizde hem de onun kendi evinde bakarız.”
Sonunda dört kardeşten üçü evin satılmasına karar verirler.
Annenin rızası buldukları bir doktorun raporuyla notere kabul ettiriliyor ve ev
satılıyor.
Evin satılmasına razı olmayan kardeş ilk nöbeti alarak
annesine bakmaya başlar. Bu ilk nöbet aynı zamanda son nöbet olur. Zira kimse
anneyi eve almaya rıza göstermez. Bu yüzden kavgalar olur. Kardeşler küsüşür ve
bir daha asla konuşmazlar. Louis Vuitton
marka çantalı kadın cenazede en çok ağlayan ama annesine asla bakmayı kabul
etmeyen iki kızdan biridir. Diğerlerini uzaktan gösterdi arkadaşım ama o
kalabalıkta kimi gösterdiğini anlayamadım. Önemli de değil. Bir anneye bakmayı
reddedip onun evini sattıran ve parası ile muhtemelen yurtdışından Louis Vuitton çanta alandan bana ne. İyi
ki o zavallı anneyi tanımıyordum ve iyi ki ona da bir fatiha okuma fırsatım
oldu.
Vural bey, sen yazdığına göre yaşanmış, gerçek bir olay, ama ne kadar hazin. Ağlama rolü yapan o kız evlat kendini bu kadar sıkıntıya sokacağına keşke bir ağlayıcı tutsaydı diyeceğim ama ona bile dilim varmıyor. Şunu da bilmemiz lazım ki bu günümüzde çoğu ailelerimizin yaşadığı vahim bir durum.Acı çok acı...bizim kültürümüze ve aile yapımıza da hiç uygun değil.
YanıtlaSilGerçekten olaya şahit oldum. Aynen yazıldığı gibi. ve çok üzüntü verici
Sil