Gazetemin spor sayfasını okurken bir köşe
yazısı dikkatimi çekti. Özetle şöyle diyordu.”…Galatasaray kelimesi neredeyse
asaletle eşdeğer olmuştur…”
Güzel. Şimdi bunun üzerinde biraz duralım. Galatasaray
Lisesi verdiği Fransızca eğitim sayesinde Türk insanının dünyaya açılan ilk ve
tek kapısı olur. Bu okula toplumun en elit kesiminin çocukları gidebilmektedir.
(geçmişten bahsediyorum tabii ki) onlar burayı bitirdikten sonra genellikle Fransa’ya
gider orada üniversitede yıllarca okur ve çoğu da asil, paşazade, prens falan
oldukları için de asla bir işte çalışmazlar ama bildikleri dil sayesinde
aracılık, temsilcilik falan gibi nüfuzlarını kullanarak büyük paralar
kazanacakları ve tatlı hayat yaşayabilecekleri bir ortamda bulunurlar. Yani
Osmanlı (sonra da Türk) yüksek sosyetesini oluştururlar. O devirlerde bu
asilzadelerin okuma ayakları ile yurtdışında harcadıkları paraların haddi
hesabı yoktur ve bu tahsilin de yurda hiçbir faydasının olmadığı biliniyor.
Neyse ki bunların içinden bazıları Jön Türk
hareketini başlatacak kadar yurdunu seven kişilerdir ama onlar böyle büyük
paralar harcayacak güçte olmadıkları gibi tehlikeler içindedirler de.
Galatasaray kulübü işte böyle asillerin ve
lisede okuyarak asalet kazanmış, dönüşmüş halk çocuklarının kurduğu takımdır.
Her kesimden taraftarı futbol severlerin %31 i Galatasaraylıdır ama kulübü bir
avuç Liseli yönetir. Liseli olmayan benim bildiğim sadece Adnan Polat’tır ve
nasıl başarılı olduğu ve nasıl postalandığı da malumdur. İyi de köle muamelesi
gören, yolunacak kaz gözüyle görülen bu 25 milyon taraftara ne oluyor. Hiç
denecek kadar az Liselnin peşinden gidiyor. Bence bu bir açmazdır. İzahı
zordur.
Gelelim Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a ve Galatasaray’a
tepki olarak kurulmuş bir Kadıköy semt takımıdır. Yıllarca milli lig kurulana
kadar savaşır bu üç silahşorlar. Sonra ne olur, Fenerbahçe kulübü zengin
burjuvaların eline geçer. Neyse ki bu zenginler asil okullarından değil hayat
okullarından yetişen ve para kazanmayı öğrenmiş halkın içinden çıkmış zengin
ama halk kişilerdir. Onun taraftarı %29-30 civarında ve 23 milyondur.
Beşiktaş’a gelince, Kurulurken futbol kulübü
değil jimnastik kulübü olarak kurulmuştur. Her spor dalında semtinin ve İstanbul’un
gençlerine kucak açmıştır. Kulüp en demokrat en ayırımcılık yapmayan ve
herkesin yönetime girmesine izin veren bir yapısı vardır. Bu kulübü yıllar yılı
bir avukat olan Baba Hakkı, yıllar yılı başarıdan başarıya koşturan emekli bir
memur olan Süleyman Seba yönetmiştir. Taraftarı %19-20 gibi biliniyor 17 milyon
civarında. Ancak öyle görünüyor ki en dinamik en aktüel ve en onurlu taraftar
onlarda. “Çarşı” bugün dünya çapında bir fenomen.
Galatasaraylı olan eğitimsiz bir varoş
insanı Galatasaray’da seçime katılabiliyor mu? Fenerbahçeli olan ve onun için
vuran kıran bir işsiz taraftara bir kongreyi bırakın yönetime girmeyi izlemeye
gidebiliyor mu? Biri asillere diğeri zenginlere malzeme oluyor. Gerçekten çok
şaşırıyorum.
Beşiktaş taraftarı bence idealleri peşinde
giden ve ona yön vermeye çalışan tek büyük kulüp taraftarı.
Trabzon mu? Bahsetmeye değmez. Ne yüzdesi
ile ne sayısıyla ve ne de idealleriyle.
Siyasette de partililik aynı değil mi.
Zenginleri destekleyen hep fakirlerdir. İnsanlar hep kendi çıkarlarının ve
fikirlerinin tersi olan siyasilerin peşinde koşmaz mı? İşte aynı açmaz.
Bilirsiniz bir zamanlar istediğiniz zaman
yurtdışına çıkamazdınız birkaç yılda bir bu hakkınızı kullanabilirdiniz. Bu
kısıtlamanın kalktığı gün müebbet hapis mahkûmuna sormuşlar “son günlerde seni
mutlu eden bir gelişme oldu mu?”
Cevap: “Yurtdışına çıkış yasağının
kaldırılması beni çok mutlu etti.”
(not: Ben bir Fenerbahçeliyim.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder