Urfa yaşamımda önemli bir yer tutan kenttir.
1957 yılında Babam buraya tayin olmuştu. Ben ortaokul 3. Sınıfa
burada başladım. Çok değerli dostlar edindik burada yaşadığımız yedi yıl
içinde. Bu dostlarımız hem yerli insanlar, hem de bizim gibi hayatının bir
bölümünü burada geçirmek üzere yurdun birçok yerinden gönderilen insanlardı. Artık
2014 yılındayız aradan geçen bunca yıl içinde o isimlerin bir kısmı aramızdan
ayrılmış bir kısmı ise gevşeyen bağlar nedeniyle belirsizleşmiştir. Yine de
belleğimde önemli yer tutarak yaşamaya devam ediyorlar.
Hayatımın vaz geçilmez uğraşlarından biri fotoğraf çekmektir.
Bu sevgi, Urfa’da yeşermiştir. Sınıf arkadaşım Fevzi Yeşilçimen içimizde
makinesi olan tek dostumuzdu. Ondan bir günlüğüne ödünç aldığım makine ile ilk
adımları attığımı çok iyi biliyorum. Sonra da karanlık odasında fotoğraf
basmayı öğrendiğim Hüseyin Kırcalı.
Fevzi Hukuk tahsili yaptı; Hüseyin Kırcalı ise dünya çapında
bir spor fotoğrafçısı oldu. Uluslararası ödülleri olan ve meslek hayatını
Milliyette tamamlayan bir usta, bir öncüydü. Türkiye fotoğraf teknolojisinin
birçok gelişmesini onunla tanıyıp benimsedi.
1962 yılında artık evimizde bir karanlık oda vardı. Gecelerimin
büyük bölümü bu karanlık odada geçiyordu. Fotoğrafçılık adına denemediğim
formül, denemediğim teknik neredeyse kalmamıştı. Artık kendisine sorular
sorulan bir usta olarak algılanıyordum. Yıllar çabucak geçti. Önce renkli
fotoğraf devrimi oldu. Buna adapte olmak benim için çok kolaydı ama artık laboratuvarlara
bağımlıydık. Onlar bizim sanatımızın en zayıf halkasını oluşturuyordu.
Diyapozitiflerde sorun yoktu ama negatiften baskıda Allaha emanettik. Bir baskı
bir baskıyı tutmuyor çok sık hayal kırıklığı yaşıyorduk. Evde baskı neredeyse imkânsızdı.
Denemedi yatırım yapmadı değildik ama teknolojinin kendisi evrimini tamamlamamıştı.
İşte o zaman elimizden kaçmış olan iplere bakarak siyah beyazın sanatsal
ögelerini tartışır olduk.
Zaman geçip de baskı teknikleri mükemmele doğru ilerlerken önce
baskı makineleri dijitalleşti. Tek sorun vardı “Kadraj”. Eğer çekimde tam
kadrajı tutturamamışsak yine hayal kırıklığı yaşıyorduk. Buna dikkat edip
kadrajı fotoğrafı çekerken tam tutturanlar sorun yaşamıyordu. Bunun farkına
varamayanlar hâlâ yakınıyorlardı “Nerde o siyah beyaz günleri” diye.
Şimdi analog makineler emekli oldu, dijital makineler yılda
birkaç model çıkarıyorlar. Bunları yakından takip ediyoruz alıyoruz ama hala şikâyetçiyiz
“Nerede o siyah beyaz günler.”
Oysa bu temelden yanlış. Fotoğraf nasıl çekilirse çekilsin üç
unsuru var. Objektif (netlik), ışığın kendisi ve miktarı (ISO, Diyafram ve enstantane)
AUTO çekimle veya P ile bunlar makine tarafından otomatik olarak hallediliyor.
Bas – çek. Buna rağmen eski günleri anarız “nerde o siyah beyaz günleri”
Sorun dijital fotoğrafların bilgisayar ortamında işlenmesi
ile ilgili oysa. Çekim+ yükleme+ düzeltme olmadan mükemmel fotoğrafa
ulaşılamaz. Ben fotoşop programı kullanmamayı tercih ederim ama fotoğraflarımda
mutlaka kadraj hatalarını kırpma ile ışık problemlerini de ışık ve kontrast
menüleri ile elden geçirir, ondan sonra “işim
tamam” derim. Dijital teknoloji siyah beyaz fotoğrafta yaptığımız tüm
atraksiyonları fazlasıyla yapabildiğimiz bir teknoloji ve ben hiçbir zaman “Nerde
o siyah beyaz günleri” demiyorum. Üstelik en pahalı makine en iyidir düşüncesi
de yanlış. Amaca uygun makine ve amaca uygun objektif önemli.
Hâlâ Canon D 350 ile D60 ı aynı anda
kullanıyor ve farksız sonuçlar almaya devam ediyorum. Makineden de objektiften de ve teknolojiden
de daha önemli bir şey daha var. GÖZ ZEVKİNİZ VE FOTOĞRAF KÜLTÜRÜNÜZ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder