7 Mayıs 2015 Perşembe

BİR DERECİK: BAŞKALE, GESİ, MANCUSUN (MUNCUSUNMUŞ)

         Aaah o çocukluk günleri. O günlerde yaşadıklarımız gördüklerimiz ve denediklerimiz, bizi şekillendiren hayallerimizin, üzerine kurulduğu şeyler değil mi.? Bundan 70 yıl önceki ilkel, basit ve belki de yoksul yaşamı hiçbir şeye değişmem.
      Sadece bir tek fabrika yapımı oyuncağım oldu. Bir uçaktı bu. Çumra'daki bir dükkanda gördüğüm oyuncak satılacak korkusuyla bütün gece uyumamıştım. Babamın verdiği uçak parasıyla daha dükkan açılmadan nöbete durmuştum. O uçak benim en büyük hayalkırıklığımdı ve bir daha asla kendime oyuncak alınmasını istemedim.
       Uçak uçmuyordu. Kurunca 2-3 metre yerde sürünüyor ve duruyordu. Bir saat sonra da ben onu tamir edip uçmasını sağlamak için söküp parçalamıştım. Bizim kendi yaptığımız ve gerçekten de metrelerce havalanan ve bütün gün peşinde koştuğumuz pervanelerimiz çok daha başarılıydı.
         Yazıya böyle bir oyuncakla girdim ama beni 70 yıl geriye götüren az önce önüme çıkan bir fotoğraftı. O fotoğrafı şimdi anlatacağım anılarımı canlandırdığı için arabamı yolun kenarına çekmiş o fotoğrafı çekmiş ve çoraplarımı çıkarıp manzaranın içine dalmıştım.
         Başkale'nin Albayrak köyünün Zap Suyuna bağlanan küçük dereciklerinin elmas kadar berrak ve buz gibi sularına çıplak ayaklarımızla girer kağıt kayıklar, çöpten gemiler yüzdürür su kıyısındaki pembe çiçeklerden yerdik.
         Kayseri Geside, Mancusun'da  köy içinden geçen arkların kenarında artık şehirler kurmaya, değirmenler çalıştırmaya başlamıştık. Bu işleri o kadar ciddiye alırdık ki zaman zaman kahvedeki ihtiyarlar gelir uzun uzun yaptıklarımıza bakar ve pek cimri oldukları "aferin" lerden verirlerdi. Oysa biz çocuk dünyamızın mimarları mühendisleri ve mucitleriydik. Su ve suda ıslanan ayaklarımızdan tüm benliğimize ulaşan huzur ve zevk.
        2014 yılının Kasım ayının beşinci günü Bolu'nun Göynük ilçesi sınırlarındaki ÇUBUK Gölü'ne fotoğraf çekmeye gidiyoruz ve yol kenarında gölden çıkıp kim bilir hangi bahçelere hayat vermek için şırıl şırıl akan bu derecik, tüm anılarımın suyla ilişkili olanlarını tetikleyecek ve ben birkaç kare fotoğraf çektikten sonra işte bu dereciğe çoraplarımı çıkarıp zamanın ötesine geçeceğim. Aaaah o çocukluk lezzetleri.....
 

1 Mayıs 2015 Cuma

KONSERE DOĞRU TARİHİ MÜZİĞİMİZ.

         SEKA Tarihi Türk Müziği Topluluğu.
Her sanat dalı gibi müzik de insan ruhunun en güçlü dışavurum araçlarından biridir. Üstelik en kolay ulaşılabilenidir de. Resim için tual, boya, fırça, Heykel için birçok malzeme, Tiyatro için sahne, senaryo ve bir yazar gerektiği halde Müzik için sadece her insanın doğuştan sahip olduğu ses bile yeterlidir.
         Tarihsel gelişimi içinde müziğin çok eskilere dayandığı apaçık bir gerçektir. İlk enstrümanın icadıyla müziğin de gelişimi ve evrimi başlamıştır.  Arkeoloji bilimi taşlara kazınmış resimlerden müziğin binlerce yıllık geçmişini anlatmaktadır. İlk enstrümanların nefesli sazlar ve davullar olduğunu bu resimlerden anlıyoruz. Elimizde bulunan en eski buluntu milattan önce 3000-2800 yıllarına tarihlenmiş ve ABD Filadelfiya Müzesinde saklanan kamıştan yapılma neydir. .
        İnsanın yaşadığı her yerde, her toplulukta ve her dilde müzik kendi farklı gelişimini ve evrimini gerçekleştirmiştir. Türk toplumunda da bu böyle olmuştur. Zaman içinde müziğin tonları, ritimleri ve makamları gelişirken yeni yeni sazlar ve bu sazların akortları da keşfedilmeye devam edilmiştir.
        Türk müziği de tarihin karanlıkta kalmış sayfalarına kadar uzanır. Ne yazık ki müziğimiz de pek çok ülke müziği gibi kulaktan kulağa meşk yoluyla yaşamını sürdürmeye çalışmıştır. Birçok toplum gibi Türkler de müzik yazısını keşfetmeye çalışmış olsalar da bu çabalar pek de başarılı olamamıştır. III Selimin teşviki ile Hamparsum Limonciyan adlı bir Ermeni vatandaşımız kendi adıyla anılan nota sistemini geliştirmiş ve pek çok eser bu sayede kaybolmaktan kurtulmuştur. 1350 yıllarında batının keşfettiği nota sistemi ise Donizetti paşa tarafından Türkiye’ye getirilmiş ve Hüseyin Saadettin Arel ve Dr. Suphi Ezgi’nin çabaları ile müziğimize adaprasyonu  sağlanmıştır.
         Müziğimiz altın çağlarında pek çok makamın ve usulün keşfedilmesi ile zirvelere çıkarken Hacı Arif beyle birlikte şarkı formuna ulaşmıştır. Bu aynı zamanda hızlı bir üretim ve hızlı tüketim döneminin de ortaya çıkmasına neden olmuş, kulaklar ve yürekler hep yeniye ve daha yeniye yönelirken pek çok eser tarihin derinliklerinde tozlu raflarda kalmış ve unutulmaya yüz tutmuştur.
         Ülkemizde çok az sayıda topluluk bu eski ve tarihi muhteşem eserleri toplumun belleğine yeniden sunma çabasına girmiştir. Bu topluluklardan biri de 2012 yılında Neyzen Dr. Erdoğan Akkanat tarafından kurulan topluluğumuzdur. Bu toplulukların çabaları çok değerli ancak yetersizdir. Her ilde yüzlerce koronun yanında birer de tarihi müziğimizi yaşama döndürmeye çalışan toplulukların olması ve büyük destek görmesi gereklidir.
         Bizlerin bu çabası birçoklarınca eski ve sıkıcı gelebilir. Oysa farklı dönemlerde insanların kullandığı dil, duyguların ifade şekli, insan ilişkilerinin zarafeti işte bu melodilerdeki gizli tarih sayfalarındadır.
         Topluluğumuz hemen her hafta bir eseri seslendirmekte kayda almakta ve sosyal medyada notasıyla birlikte yayınlamaktadır.  Elbette ki kayıtlarımız profesyonel kayıtlar değil ama yine de meraklısına bir fikir verecek düzeydedir.
        Zaman zaman bu müziğe gönül ve destek veren kurumlar adına konserler vermekteyiz. Bu konserlerde büyük kalabalıklar yerine rafine zevki olan seçkin davetlilere hitap etmeyi tercih ediyoruz. Amacımız olabildiğince eskilerden günümüze kadar uzanan zaman perspektifinden eserler seçmek ve sunmaktır.
         Tad alacağınız kolaylıkla ulaşma şansınız olmayan bir konser izlemek istiyorsanız. Topluluğumuzun web sayfasından ve Kocaeli Ticaret Odası İnşaat Mühendisleri Kocaeli Temsilciliği ile temasa geçmenizi öneririz.