12 Nisan 2021 Pazartesi

Türk Müziğine eleştirel bir bakış

 1957 yılında müziğimizle tanışmam Urfa Musiki Derneğinde oldu. Tahmin edeceğiniz gibi bu meşk usulüne dayanan bir kendi kendine öğrenme durumuydu. Üniversite yıllarında 1963 de Teoman Önaldı'nın kurduğu İ.Ü.  Tıp korosunda sonra da İleri Türk Musikisi Derneğinde gerçek müzikle tanıştım. O güne kadar radyodan dinlediğim şarkılara udumla eşlik etmeye çalışır taksimleri taklit etmeye uğraşırdım. İleri Türk Musikisi Derneğinde ilk nota derslerini alınca bu işin esasının bu olduğunu kavradım. Teoman Önaldı hocamın ud tekniğini görünce bu sazı asla çalamayacağıma karar vermişken onun teşviki ile devam cesareti buldum. buraya kadar yazdıklarım benimle ilgili. Sonra pek çok ortamda, pek çok koroda ud çalarak yıllar geçti.

Beni dehşete düşüren aynı eserlerin farklı kaynaklardan farklı notalarının oluşuydu. Şeflerimizin önümüze koyduğu notalara sadık kalırken hep "Doğrusu hangisi" diye düşünmüş bazen de tartışmışımdır. Birçok yerel şefin de notaya sadık kalmadığını görünce nota bilmediklerini anlıyordum Giderek müziğimiz hakkında düşünmeye ve araştırmaya başladım. 

Korolara insanlar vakit geçirmeye, sosyal statü kazanmaya, müziği sevdiği için, sahnede boy göstermek için, eşi veya sevgilisi istediği için, gibi temeli olmayan ve bağları da zayıf olan nedenlerle geliyorlardı. devam istikrarsız ve düzensizdi. Kimse disipline girmek istemiyordu. Çalışmalar saatinde başlayamıyor ve bitemiyordu. Erdinç Çelikkol gibi hocalar bile bunun üstesinden kısmen gelebiliyordu.

Kulağı biraz sağlam olan koristler mutlaka solo bekliyor alamayınca da küserek ayrılıyorlardı. Bu, hocalar üstünde baskı yaratıyor solo sayısı arttırılıyor bu da bazı solistlerin konseri berbat etmesine neden olabiliyordu.

Hocanın repertuvarı yerine, koronun söyleyebileceği şarkılar seçiliyor, öyle olunca da her konser birbirine benzemeye başlıyordu. Nihavend, Hicaz, Hüzzam, Uşşak makamlarının dışına çıkılamıyor böylece de bir ilde bulunan (Yazdıklarım İzmit içindir.) tüm korolar sanki "Bu şarkıları en iyi kim okur" yarışmasıymış gibi bir hal alıyor. Aynı yüzler hemen her koroya katılıyor, hocalar da bunda bir sakınca görmüyor. İlde bulunan birkaç profesyonel saz hemen her konserde korolara eşlik ediyor. İnci Yaman hocamız, Gürcan'la Bircan'ı her hafta getirirken konserlere mecburen İstanbul Radyosundan sazlarla  çıkıyordu. Erol Sayan, İnci Yaman, Erdinç Çelikkol, Mustafa Sağyaşar, Mithat Yılmazel, ve Sadun Aksüt Hocalar yıllarca burada koroları çalıştırdılar; ancak eldeki malzeme yeterli alt yapıya sahip olmadığı için çemberi onlar da kıramadı.

Bu işi en sağlam tutmaya çalışan ancak sonunda yarı yarıya pes eden Neyzen Dr. Erdoğan Akkanat'tır

Mesleği tıp doktorluğu olan bu değerli neyzen ve müzikologla (Teoman Hocamla aynı sınıfta tıp eğitimi almış) da çalıştım, bu çemberi birkaç konserle kıran bir hocadır. Nevakar'ı bile izleyici ile buluşturmuştur. Tek kuruş almadan müzikle uğraşan nota da öğrettiği neyzenler de yetiştiren Erdoğan hocanın görevlendirmesi ile iki yıl nota dersi verdim. 30 kişi başlıyor beş kişi ile devam ediyorduk. sonunda ben de emeğimin çöpe gitmesine dayanamadım. şimdilerde bir buçuk yıldan fazla pandemi yüzünden çalışmalara ara verildi.

Gelelim genele, TRT radyolarının Türk müziğini TRT nağme ile sınırlandırmış olması giderek orayı da kısır döngüye soktu. Radyo sanatçılarının neredeyse tamamını sesinden tanırdık. 20 yıldır TRT ye giren sesler neredeyse birbirinin kopyası, ayırd edemiyorum. Sizler özellikli, ayırd edici özelliği, ses ve tavırları olan sanatçılar olarak ayrı bir yerdesiniz. 

Müziğimizin oda müziği olduğunu asla unutmamalıyız diye düşünüyorum. Eğer batı ayarında bir orkestrasyon yapıp bir seviye yukarı çıkamıyorsak, bir saz ordusu, bir korist ordusu ile sahne almanın görsellikten öte bir yararını göremiyorum. Bu görselliği de en çok bozan kemen arşelerinin birinin inerken diğerinin kalkmasıdır.  Rahmetli Yıldırım Gürses ve bildiğim kadarıyla İsmet Nedim bazı denemeler yapmıştı ama neden devamı gelmedi bilemiyorum; sadece TRT nin kurumsal olarak desteklemediğini tahmin edebilirim. Çok iyi saz ustaları yetişiyor; konservatuvarlar bunu başarıyor, ancak duygu yüklü müziğimizi aşırı teknik icralarla bu duygudan kopardıklarını düşünüyorum. Yorgo Bacanos, Musa Kumral, Teoman Önaldı, Cengiz Dişçioğlu, Kadri Şençalar' da tekniğin zirvesinde oldukları halde onların Türk müziğinin ruhunu tam yansıtan icralarını şimdiki "uçan parmak" larda bulamıyorum. 

Sevgili Selim hocam, sizi ve eşinz Neşe Hanımı hem zevkle dinliyor hem de kendimize çok yakın buluyoruz. Ben Denizlili eşim İzmirlidir belki de bu sizi kendimize yakın hissetmemize nedendir. Bundan birkaç yıl önce sizin programınızda Teoman Önaldı Hocamın "Kelebekler Diyarında" eserini büyük incelik göstermiş ve Hüseyin Erci nin ud taksiminin ardından icra etmiştiniz. Bizim için unutulmaz bir anıdır. 

2 Ocak 2021 Cumartesi

vuralınyeri: AİLE İÇİ CİNSEL AYRIMCILIK VE ŞİDDET

vuralınyeri: AİLE İÇİ CİNSEL AYRIMCILIK VE ŞİDDET: Feodal ve ataerkil toplumlarda erkek lehine cinsel ayrımcılık tarihsel bir olgudur. Bu olgunun etkileri toplum ne kadar refaha erse de kol...

CHP VE MİLLET İTTİFAKI AKIL VERENLERE KULAKLARINI TIKAMALI

 

CHP iyi yolda

CHP ye akıl veren çok. Bunların bir kısmı iktidar akiller. “CHP şöyle yaparsa iktidar olabilir, böyle yaparsa olabilir” iyi canım öyle yaparız.

Diğerleri de telaşla aklına her geleni Çözüm diye dayatmaya çalışan CHP liler.

Oysa her şeyin bir zamanı ve ortamı var. Kemal Kılıçdaroğlu bence bunu en iyi bilen ve uygulayan bir teknik adam.

CHP veya Millet ittifakının taraftarlarının en büyük hayal kırıklığı KARARSIZLAR blokunun artmasına rağmen CHP nin oylarının artmaması görülüyor. Oysa önemli olan AKP den ne kadar kopuş varsa o kadar iyi olmasıdır. Eğer bir seçmen partisinden ayrılmışsa maksat bir şekilde hallolmuş demektir. Orada biriken seçmen artık yeni bir yola girecek demektir. İşte bundan sonra ikinci aşamaya girilecektir.

Bir parçadan kopan tekrar o parçanın ayrılmaz bir parçası olamaz. İyi de neden şimdi CHP programını, neler yapacağını açıklamıyor ve oy oranını arttırmıyor.

Bir futbol takımını düşünün. Yapacağı bir derbi maçının kadrosunu, taktiğini ve diğer ayrıntıları 15 gün önceden açıklar mı? Veya sezon başlamadan bir ay önce kondisyonunu en üst seviyeye taşır mı? İşte Kemal bey iyi bir teknik direktör olduğunu bana göre bunları kafasının içinde tutarak gerçekleştiriyor.

“Efendim, neden millet ittifakının Cumhurbaşkanı adayını açıklamıyor.”  “Efendim neden sosyal ve ekonomik programını şimdiden açıklamıyor” vs, vs

Özellikle de Levent Gültekin bu konuda çok aceleci. O kadar aceleci ki, insan kuşkulanmadan edemiyor. Kemal beyin ya da Millet ittifakının elini erken açmasını sağlamaya çalışıyor diye düşünüyor insan. Böyle dostlar varken düşmana ne gerek var. Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül, Fikri Sağlar daha kim bilir kimler vardır da benim haberim yoktur.

Millet İttifakının sabra, sükûnete ve seçim dönemine girene kadar sır saklamaya ihtiyacı var. Bundan sonra asla seçim olmayacağını da düşünüp ajandada buna engel olma planlarının da olması gerekir.

 

VİRÜSLERLE YATIP KALKMAK

 

Virüslere genel bakış.

Aylardır Corona virüsle boğuşuyor köşe kapmaca oynuyoruz. Önemli olan Covit 19 ile yan yana gelmemek.  Tek bir temas bile bulaşmaya yeterli. Bunun da üç ayrı sonucu var.

 1- Hasta olmadan bulaştıran olabiliyorsunuz. (BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZ ÇOK GÜÇLÜ)

2- Hastalanıp şu veya bu şekilde, yani ayakta veya hastanede iyileşebiliyorsunuz. (BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZ FENA DEĞİL)

3- Hastalanıp ölebiliyorsunuz. (BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ OLDUKÇA ZAYIF)

İyi de virüs nedir, nasıl çoğalıyor ve nasıl hasta ediyor.

Virüslerle ilgili bu yazacaklarım benim anlayabildiğim bilgi kırıntılarının tarafımdan birleştirilmesidir. Uzmanı olmadığım bir konuda ancak bir halk adamı olarak anladıklarımdır.

Virüsler cansızdan canlıya geçen ilk biyolojik formdur. Şartlar uygun olmadığında kristalleşerek sonsuza kadar cansız olarak kalabildiğini ve şartlar uygun olduğunda tekrar faaliyete geçip  canlandığını görüyoruz.

İlk keşfedilen virüs Tütün Mozaik Virüsüdür. Ancak ışık mikroskopunda görülemeyecek kadar küçük olduğu için şekli hakkında herhangi bir açıklama yapılamamıştır. 1936 yılında elektron mikroskopunun keşfedilmesi ile görülebilmiştir. (İlginçliği tıpkı aya  Neil Amstrongla Buzz Aldrin’i indiren ay modülüne benzemesidir.)

Virüsler önce bir bakteriye veya canlı hücreye yapışır. Hücre zarını delerek kendi DNA sını (RNA da olabilir. ) hücreye veya bakteriye enjekte eder.  Enjekte edilen bu gen parçası hücrenin veya bakterinin içinde kendisini defalarca kopyalayarak (ortalama 200 defa) tek bir hücreden veya tek bir bakteriden 200 yeni virüs meydana getirir ve hücre zarını yırtarak diğer hücrelere saldırıya geçer.

Bu bulaşımın tek iyi tarafı sadece belli bakterilere veya belli bir organın hücrelerine saldırması, bulaşmasıdır. Ancak bu yine de onun hastalık yapıcılığından veya öldürücülüğünden bir şey kaybetmesi demek değildir.

Örneğin kuduz virüsü beyin hücrelerine, çocuk felci kas hücrelerine, herpes virüsü (uçuk)cilt hücrelerine,  Hepatit karaciğer hücrelerine ve Covit 19 ise akciğerlere saldırmaktadır. Bazı hastalık yapan bakterilere de saldıran ve tedavide de kullanılan bakterifaj denen virüsler bu bakterilerin yok edilmesinde yarar sağlamaktadır.

Virüslerle mücadelenin, birlikte yaşadığımız süreçte ne kadar zor olduğu ortadadır. Ancak bağışıklık sisteminin gücü en iyi hastalık savardır. Mücadelede ise önce aşının sonra da hastalığı yenecek ilaçların bulunması ile mümkün olacaktır.

Covit 19 virüsünün öldürücü olması doktorlarca (benim anladığım kadarıyla) Ölen hücrelerin hızla kana karışması, alvool denen hava keseciklerinin patlaması ve ölü hücre artıkları tarafından doldurulması, ardından da kan damarlarında hızla plak oluşması ile kan akışının kalpte ve damarlarda akamete uğraması sonucu ölüm meydana gelmektedir.

Virüsler, yayılmaları engellendiği zaman genetik şifresini değiştirme yeteneği ile kendi kendine MUTASYON geçirmesi ile farklı bir virüs haline gelmesi mümkündür. İşte benim anlayabildiklerim böyle. Yanlışlar benim,  doğrular ise evrensel tıp biliminindir.