4 Haziran 2014 Çarşamba

"KELEBEKLER DİYARINDA" Selim Öztaş ve bir isteğin öyküsü


KELEBEKLER DİYARINDA    
 Selim Öztaş ve bir isteğin öyküsü.

        Yıl 1962 veya 63, Üniversite öğrencisiyim Tıp öğrencisi olan Ağabeyimin arkasından ailenin ikinci yüksek öğrenim işçisi.

         Ud çalmaya çalışıyorum. Tek hocam radyo. Her şarkıyı, her melodiyi, her taksimi onu izleyerek öğrenmeye çalışıyorum. Bir gün ağabeyim kolumdan tutarak İ.Ü.Tıp korosuna götürdü. Şef yine bir tıp öğrencisi Teoman Önaldı. Oldukça iyi bir udum var alıp gittim çalışmaya. Teoman ağabey malın iyisini 100 metre ilerden anlayacak kadar deneyimli. Udu görür görmez hemen eline aldı ve çalmaya başladı. Aman allahım. Ne öyle bir icrayi duydum ne de gördüm. Bir anda yelkenlerim bırakın suya değmeyi teknem de battı. Meğer ben kocaman bir sıfırmışım. Sonra udu elime verip “hadi bir de seni dinleyelim” deyince ben ud icracılığımdan ebediyen istifa ettiğimi söylemek zorunda kaldım.

         Sonra onun yüreklendirmesi ve ısrarıyla titreyen ellerimle tellere dokunmaya başladım. Neyse birkaç kararsız notadan sonra ben de kendime gelmeye başladım. Birkaç makamda dolaşmamı istedi ve sonra da belki de hiç hak etmediğim güzel sözler söyleyerek hevesimin devamını sağladı. Bir süre bu koroda birlikte çalıştık. Orada onun “Kelebekler diyarında” adlı hayran olduğum eserini, “Bahar gelir açar güller” adlı şarkısını hiç unutmadım.

           Yıllar korolarda Türk Sanat müziği icra ederek geçti. Ancak hep aklımda olmasına rağmen notası olmadığı için koromuzda icra etme fırsatı bulamadık. Bir gün merak ederek Facebook ta Teoman ağabeyi aradım. O da üyeymiş. Hemen kendimi tanıtarak Kelebekler Diyarında” nın notasını istedim.

          Hemen gönderdi ama konserimize çok az kalmıştı. Ertesi yıla erteledik. Bu eseri ilk defa duyan İzmitli sanatseverler kuliste ve fuayede hep bunu sordular.

          “Kelebekler diyarında” nın arşivlerden bir türlü çıkmamasından çok rahatsızdım. İzleyicisine ne kadar saygılı olduğunu bildiğim programlardan istekte bulunmaya başladım. Bunlardan ilki sevgili hocaların hocası Selim Öztaş idi. Diğeri de Tahir Aydoğdu.

          Selim Öztaş doğrudan bana mesaj göndererek bu esri bir programda seslendireceklerini söylüyordu. Tahir Aydoğdu ise notasını mümkünse göndermemi mesajlamıştı. Hemen gereğini yaptım ve beklemeye başladım. İşin kötüsü iki haftalık bir seyahate çıkmam gerekmişti ve bu arada çalınır da ben kaçırırsam bu insanlardan nasıl tekrar isteyebilirdim. Selim Öztaş hocaya hemen bunu bildirdim. Gerçekten de iki hafta sonra bana mesaj göndererek 3 Haziran günü icra edeceklerini bildirdi. Bu ilgi, izleyicisine saygı ve mesleğine olan titizliği belki de eserin icrasından daha değerliydi. Türkiye gibi bir ülkede normal bir vatandaşın böyle bir saygıyı hele hele çok ünlü bir sanatçı tarafından görmesi inanın göz yaşartıcı. Üstelik bu eserin tüm hikâyesini de anlatarak beni ve Dr. Teoman Önaldı’yı onore etmesi ayrı bir incelikti. Tabii ki haksızlık etmeyeyim. Gerçek sanatçılar daima bu yüce gönüllülüğe ve inceliğe özen gösteriyorlar ve karakterlerinde de var. Çiğdem Yarkın, Galip Sokullu, Doğan dikmen, Tahir Aydoğdu temas ettiğim ve daima da aynı incelikle mukabele gördüğüm  sanatçılar.

       Tek bir dileğim kalıyor geriye, nice besteler var ki tozlu arşivlerde gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Bunların bize ulaşması için ille de bestecilerinin ölmesi  mi gerekiyor. Onların sağlığında bunların çalınıp söylendiğini görmeye hakları var. Sevgili program yapımcılarının buna özen göstermelerini diliyorum.
          Dr. Nevzat Atlığa “Hocam şimdiye kadar yaşayan hiçbir sanatçının eserini seslendirmediniz “ demişler. Bu eleştiri ona çok koymuş ve bir konserden sonra “Hani hayattaki sanatçıların eserini seslendirmiyorduk. İşte Muzaffer İlkar’ın bir eserini seslendirdik “ deyince “Hocam hakkın rahmetine kavuşalı neredeyse iki yıl oluyor” demişler. (Tam olarak belki böyle değil ama yakın ve gerçek imiş.)
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder