26 Eylül 2012 Çarşamba

HASRET

    Sinema ile ilk tanışmam 1950 yılıdır. Çumra Halkevi sinema salonunda pek çok insan gibi biz de siyah beyaz sinema ile yeni bir düşler alemini keşfediyorduk. Ne heyecandı herkes için. Perdede kahramana arkadan sinsice yaklaşan düşman için tüm salondakiler hep bir ağızdan "Dikkat et arkandan geliyooor" diye avaz avaz bağrır ama kahraman bunu duymadığı için yaralanınca da "Seni o kadar uyardık ama aldırmadın...." diye de sitem edilirdi.
      Sinemanın ikinci ve daha bilinçli izlendiği yıllar (tabii benim için) Kayserideki İnci sinemasıdır. Ne hikmetse gittiğimiz her ilde bir İnci sineması olurdu. Burada 25 kuruşa Tarzan ve Baytekin filmleri izlerdik. Tarzan malum ama Baytekini bilmeyen çıkabilir. O da bir bilimkurgu kahramanı uzay fatihlerinden biriydi. Sanırım çocuk beynime bu iki kategori film iki tutkuyu yerleştirmiş olmalıdır. Seyahat ve bilim.
     Ama ne yalan söyleyeyim Tarzan filmleri bir başka etkilemişti beni ve Mehmedi. Sınıf arkadaşlarımızın ilk atlası bile yokken biz ne yapmış etmiş o zamanların en mükemmel BÜYÜK ATLAS' ını edinmiş ve Afrika hayallerine dalmıştık. Tek idealimiz ve tutkumuz dünyayı dolaşmak ve bu arada Afrikayi da karış karış dolaşmaktı. Elbette ki buna asla imkanımız olmayacaktı. Daha sonraki Üniversite yıllarında bütün kış biriktirdiğim parayla yurt içi gezilerine çıkmaya başlamıştım. Paramın son kuruşuna kadar harcadığım bu bazan bir aydan fazla süren gezilerimde eve dönene kadar zavallı annemin ve babamın beni ne kadar merak ettiklerini hiç aklıma bile getirmezdim. Günlerce süren kayboluşlarım hele hele anarşi yıllarında onları ne hale getirmiştir.
      Anne baba olana kadar bunları nedense hiç kimse aklına bile getirmez. Evlada duyulan hasret evladın hiç düşünmediği üstelik çok da kızdığı bir olgudur. Gereksiz, saçma ve sıkıcıdır. Taa ki sap ve keser dönene kadar.
      Akman kısmetini yurtdışında bulan bir mühendis. Onun çevresi ve patronları vaz geçilemeyecek bir teknik adam olarak görüyorlar ve bu bizi gururlandırıyor ama bir de işin diğer tarafı var.
     Bulgaristan, Romanya, Libya, Maldivler ve şimdi de Gana. Her gidiş en az birkaç yıl. Arada izinler için gelişler var ama yine de o oralarda. O siyahbeyaz filmlerdeki gibi güllük gülistanlık olmadığını biliyoruz dünyanın. Nitekim Libya iç savaşında beraberdik. İyi ki de berabermişiz. Düşünüyorum da biz burada olsaydık sanırım beynime kocaman bir çizik atılmıştı çoktan.
    Dün Gana'ya ayak bastı oğlum. Tüm duyularımız en tepe noktada hassas. Daha şimdiden hasretin katran karası yüreklerimizde.
    Yüreğimin bir yarısı benim çocukluk ideallerimi oğlum gerçekleştiriyor diye tebessüm ederken onun bunu nasıl algıladığını da merak etmiyor değilim. Annem hayatta olsaydı ellerinden defalarca öper ona çektirdiğim hasretler için defalarca özür dilerdim. Üstelik sert ve bizim yaptığımız her şeyin sorumlusu olarak annemi gören babamın verdiği rahatsızlık için de ayrıca helallik isterdim.
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder