7 Ağustos 2013 Çarşamba

BİR ŞEYİN DEĞERİ SİZİN BİÇTİĞİNİZ DEĞERDİR


         İnsanların altın fiyatlarına odaklanması dikkatinizi çekmiştir. Sağa sola altın borcu olanlar heyecanla daha ne kadar düşer diye beklerken altını olanlar da heyecanla yükselmesini bekliyor.
        İnsanların değer verdiği şeylerin aslında sanal bir tarafı var. Eğer değer yüklersek değerli, yüklemezsek değersizdir. Hayvanlar bu konuda bizden çok daha gerçekçi. Yiyecek, su ve eş bulmak için savaşırlar. Para, altın, demir, kömür onlara bir şey ifade etmez. İyi de bize neden değer ifade ediyor.
     Ekonomi tarihine şöyle bir göz attığımızda Hollanda’daki Lale çılgınlığı tam trajikomik bir durumdur. Lale borsası öyle değerlenir ki tek bir lale soğanı servet etmektedir. Ancak ne olursa olur ve bir gecede insanlar bu değere sırtını döner ve tüm geleceğini LALE SOĞANINA bağlamış olanlar ellerinde tek kuruş bile değeri kalmamış olan soğanlarla baş başa kalırlar.
        Altın çılgınlığı da öyle. Altın 20. Yüzyılın başına kadar ekonomik değeri sadece para basımında ve ziynet eşyası olarak kullanılan bir madendi. Nispeten diğer metallerden daha az bulunuyor ama kolay elde ediliyordu. Maden damarını buldun mu yıkamak yetiyordu. Tarihte tuzun ve demirin altından daha kıymetli olduğu uzun bir dönem vardır. Hatta 20. Yüzyılın başında bile Alüminyum saflaştırıldığında altından daha değerliydi. Einstein’e yılın bilim adamı ödülü verildiğinde çok anlamlı bir de kupa armağan edilmişti. Bu o gün için paha biçilemeyecek değerdeki bir alüminyum kupaydı.
20. yüzyılın ikinci yarısında bilgisayar teknolojisi doğunca altın ilk defa sanayi maddesi olarak kullanılmaya başlandı. Çok iyi bir iletken oluşu, ışığı geçirecek kadar ince levha haline gelebiliyor olması ve 1 ğr altından 5km uzunluğunda tel çekilebiliyor olması onu elektronik devrelerin yapımında baş tacı etti. Böylece altın ilk kez işlevsel bir değer kazanmış oldu. Antik uzaylı kuramcıları altına değer vermemizin binlerce yıl önce dünyaya inen ve insanları altın çıkarmaya zorlayan uzaylılara borçlu olduğumuzu savunurlar.
        Paranın da bir fare için değeri kemirebileceği bir gıda olması kadar değerlidir. Ama bir insan, kemirdi diye bir fare neslini ortadan kaldıracak kadar değer verir kâğıt paraya. Oysa her gün çöpe attığımız gazeteler, dergiler, ambalajlar da aynı kâğıttan yapıldığı halde hiçbir değer yüklemeyiz. Tuhaf değil mi.
         Nesnelerin bir de arz talep yasasına göre değer kazanıp kaybetmesi söz konusu, malum. Petrolü kullanmak zorundayız(şimdilik) bu yüzden sürekli arzı da talebi de yükseliyor ve değerleniyor. Bir gün Hollandalıların laleye sırt çevirmesi gibi petrole sırt çevirebilirsek seyreyleyin gümbürtüyü.
      Sızan haberlere göre dünyada henüz hiç el değmemiş zengin altın yataklından birkaçı üç ülkede bulunmuş. Bu yataklardaki altınlar üretimi birkaç kat arttıracak seviyedeymiş. Bu ülkelerden ikisi zengin ülkeymiş ve altın yataklarını işletmeyi şimdilik düşünmüyorlarmış. Ama biri ekonomik zorluklarla boğuştuğu için işletmeye kararlıymış. Şimdilik ortak oldukları uluslararası şirketler parasal olarak destekledikleri için düşük kapasite ile üretim yapıyorlarmış.
         Durum onu gösteriyor ki arz talep dengesi altın aleyhine bozulma eğiliminde. Bu yüzden düşüşü önleyecek tedbirler daha ne kadar işe yarar kimse bilemiyormuş.
        Bir yarış başlar da “Altın iyice dibe vurmadan ben de rezervlerimi çıkarayım” diye diğer ülkeler de üretime geçerse kim bilir belki bir gün kapı ve pencerelerimizi artık değersiz bir metal olan altından yaptırabiliriz.
         Bir şeye aslında birileri değer veriyor diye değer verdiğimizi farkeder ve bu yarışa katılmazsak her şey işlevselliği kadar değere sahip olur.
        Askere gitmeme bir ay kala ilk oğlum dünyaya gelmişti. Gitmeden bir hafta önce de sevgili babamı kaybetmiştim. 4 aylık askerlik benim en bunalımlı günlerime denk gelmişti. Kendimi bu daraltılmış ve kısıtlanmış ortamda kaybedebilirdim. Bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordum. Hayatımda hiç sigara içmediğim halde arkadaşlarımın sağa sola attığı alüminyum folyoları topluyor düzeltiyor ve istif ediyordum. Derslerin ve talimlerin dışında geçmek bilmeyen zamanı köşe bucak folyo arayarak hızlandırmaya çalışıyordum.
     Bir süre sonra bu eylemim başkalarının da dikkatini çekti. Neden bunları topladığımı sordular. Uzun uzun dert anlatmak yerine “Çok para ediyor İstanbula görürüp satacağım” yalanını uydurdum. Artık herkes folyo biriktiriyordu. Amansız bir rekabet başlamıştı. Millet neredeyse sigarayı satın alıp içini atacak ve folyosunu paketten daha pahalıya satacağına inanacaktı. Sonunda 4 ay doldu teskere alacağız. Folyo toplayıcılar yanıma gelip nereye kaça satacaklarını sormaya başladılar. Onlara bunu bilmediğimi ve en büyük koleksiyona sahip kişi olarak kendi folyolarımı seve seve onlara bağışlayacağımı söylediğimde yüzlerini görecektiniz. Onlar sırf ben değer veriyorum diye hiçbir değeri olmayan folyoya değer biçmişlerdi. 
Sevgiyle kalın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder