10 Ekim 2013 Perşembe

FUTBOL SEYİRCİSİNİN AÇMAZI



Gazetemin spor sayfasını okurken bir köşe yazısı dikkatimi çekti. Özetle şöyle diyordu.”…Galatasaray kelimesi neredeyse asaletle eşdeğer olmuştur…”
Güzel. Şimdi bunun üzerinde biraz duralım. Galatasaray Lisesi verdiği Fransızca eğitim sayesinde Türk insanının dünyaya açılan ilk ve tek kapısı olur. Bu okula toplumun en elit kesiminin çocukları gidebilmektedir. (geçmişten bahsediyorum tabii ki) onlar burayı bitirdikten sonra genellikle Fransa’ya gider orada üniversitede yıllarca okur ve çoğu da asil, paşazade, prens falan oldukları için de asla bir işte çalışmazlar ama bildikleri dil sayesinde aracılık, temsilcilik falan gibi nüfuzlarını kullanarak büyük paralar kazanacakları ve tatlı hayat yaşayabilecekleri bir ortamda bulunurlar. Yani Osmanlı (sonra da Türk) yüksek sosyetesini oluştururlar. O devirlerde bu asilzadelerin okuma ayakları ile yurtdışında harcadıkları paraların haddi hesabı yoktur ve bu tahsilin de yurda hiçbir faydasının olmadığı biliniyor.
Neyse ki bunların içinden bazıları Jön Türk hareketini başlatacak kadar yurdunu seven kişilerdir ama onlar böyle büyük paralar harcayacak güçte olmadıkları gibi tehlikeler içindedirler de.
Galatasaray kulübü işte böyle asillerin ve lisede okuyarak asalet kazanmış, dönüşmüş halk çocuklarının kurduğu takımdır. Her kesimden taraftarı futbol severlerin %31 i Galatasaraylıdır ama kulübü bir avuç Liseli yönetir. Liseli olmayan benim bildiğim sadece Adnan Polat’tır ve nasıl başarılı olduğu ve nasıl postalandığı da malumdur. İyi de köle muamelesi gören, yolunacak kaz gözüyle görülen bu 25 milyon taraftara ne oluyor. Hiç denecek kadar az Liselnin peşinden gidiyor. Bence bu bir açmazdır. İzahı zordur.
Gelelim Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a ve Galatasaray’a tepki olarak kurulmuş bir Kadıköy semt takımıdır. Yıllarca milli lig kurulana kadar savaşır bu üç silahşorlar. Sonra ne olur, Fenerbahçe kulübü zengin burjuvaların eline geçer. Neyse ki bu zenginler asil okullarından değil hayat okullarından yetişen ve para kazanmayı öğrenmiş halkın içinden çıkmış zengin ama halk kişilerdir. Onun taraftarı %29-30 civarında ve 23 milyondur.
Beşiktaş’a gelince, Kurulurken futbol kulübü değil jimnastik kulübü olarak kurulmuştur. Her spor dalında semtinin ve İstanbul’un gençlerine kucak açmıştır. Kulüp en demokrat en ayırımcılık yapmayan ve herkesin yönetime girmesine izin veren bir yapısı vardır. Bu kulübü yıllar yılı bir avukat olan Baba Hakkı, yıllar yılı başarıdan başarıya koşturan emekli bir memur olan Süleyman Seba yönetmiştir. Taraftarı %19-20 gibi biliniyor 17 milyon civarında. Ancak öyle görünüyor ki en dinamik en aktüel ve en onurlu taraftar onlarda. “Çarşı” bugün dünya çapında bir fenomen.
Galatasaraylı olan eğitimsiz bir varoş insanı Galatasaray’da seçime katılabiliyor mu? Fenerbahçeli olan ve onun için vuran kıran bir işsiz taraftara bir kongreyi bırakın yönetime girmeyi izlemeye gidebiliyor mu? Biri asillere diğeri zenginlere malzeme oluyor. Gerçekten çok şaşırıyorum.
Beşiktaş taraftarı bence idealleri peşinde giden ve ona yön vermeye çalışan tek büyük kulüp taraftarı.
Trabzon mu? Bahsetmeye değmez. Ne yüzdesi ile ne sayısıyla ve ne de idealleriyle.
Siyasette de partililik aynı değil mi. Zenginleri destekleyen hep fakirlerdir. İnsanlar hep kendi çıkarlarının ve fikirlerinin tersi olan siyasilerin peşinde koşmaz mı? İşte aynı açmaz.
Bilirsiniz bir zamanlar istediğiniz zaman yurtdışına çıkamazdınız birkaç yılda bir bu hakkınızı kullanabilirdiniz. Bu kısıtlamanın kalktığı gün müebbet hapis mahkûmuna sormuşlar “son günlerde seni mutlu eden bir gelişme oldu mu?”
Cevap: “Yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması beni çok mutlu etti.”

(not: Ben bir Fenerbahçeliyim.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder