Bu bir yazı dizisinin ilkidir. Uzun
yazıp sizleri sıkmak yerine birer sayfa yazarak konuyu daha iyi ele almayı
düşündüm.
2004 yılında bir kanun çıkar, 5042
sayılı “Yeni Bitki çeşitlerine ait Islahatçı haklarının korunmasına ilişkin
kanun” kanun oldukça uzun ve hukuki terimlerle dolu. Ama özeti şu. Yerli şahıs
ve kurumlarla anlaşmalı ülkelerin kişi ve şirketlerine bitki ıslahı hakkı
verilmesi ve bu hakların güvence altına alınmasını öngörüyor.
2006 yılında çıkarılan 5553 sayılı
yasada ise özetle Tarım Bakanlığından sertifika almamış tohumların üretimine ve
pazarlanmasına cezai hükümler gerektirir. Ayrıca sertifikası olmayan tohumlardan elde
edilen ürünlerin de satılamayacağı hükmü getiriliyor ve Türkiye’de yatırım
yapan yabancı sermayeye de büyük ve garantili bir pazar açılıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Buğday
ekerdiniz eskiden ve bunun bir kısmını tohumluk olarak, bir kısmını kendi
yiyeceğiniz için ayırır, gerisini satardınız. Şimdi bu yasaya göre bunu
yapamayacaksınız. Mesela komşunuzla tohumluk takası yapamayacaksınız. Zira
verdiğiniz ve aldığınız tohumluk sertifikalı değil. Ürünü satamayacaksınız zira
elde ettiğiniz ürünün tohumunun sertifikası yok. Sertifika alamayacaksınız
çünkü bakanlıktan tohum ıslahatçısı olarak sertifika almanız mümkün değil.
Yani sertifika almış tohumculuk
şirketlerine hem de her yıl mecbursunuz. Binlerce yıldır insanlar sertifikasız buğday, arpa,
yulaf, ayçiçeği, mısır, karpuz, kavun, domates, biber, salatalık….. üretiyordu
da neden şimdi buna ihtiyaç oldu. Bundan sonraki yazımda bunun hikâyesini
nakledeceğim.
Peki kim bu sertifikalı tohum üreten
şirketler? Başta ABD ve İsrail olmak üzere yabancı şirketler ve onların Türkiye
temsilcileri.
Bu yasalarla ne yapılmak isteniyor.
Bu yasada “Daha kaliteli ürün yetiştirmek falan gibi amaçlarla yapıldığı” yazılıyor.
Oysa işin gerçeği bu şirketlere pazar açmak ve kazançlarını garanti etmek.
Şimdi ne oluyor biliyor musunuz? Bu
zorlukları göğüsleyemeyen çifçi tarlasını ekmekten vazgeçip devletin verdiği
dönüm başına cüzi bir parayı almakla yetiniyor. Bu boşluk da ithal edilen
ürünle dolduruluyor. Tıpkı petrole, doğalgaza bağımlı olduğumuz gibi buğdaya ve
diğer ürünlere de neredeyse kesin bağımlı hale geldiğimizin farkında bile
değiliz. Ekmeğimizin üzerinde buğdayın, yemeğimizdeki sebzenin nereden geldiği
hangi ülkenin tohumuyla yetiştirildiği yazmıyor ki.
Bundan sonraki yazımda HİBRİT (melez)
tohumdan bahsedeceğim.
Tohum hakimiyeti, bu gün nükleer güce sahip olmaktan daha büyük bir avantaj sağlayacak güçtür. Bu planlı gelişim pekçok ülkeyi açlıkla dize getirecek bir avantajdır üstelik tek silah sıkmadan. Gerçekten de Dehşet verici ve sinsi.
YanıtlaSil