30 Haziran 2013 Pazar

BİR BESTENİN ÖYKÜSÜ (Arap Saz Semaisi)

Arap Saz Semaisi.
Müzik parçalarının ama doğru ama uydurma hikâyeleri vardır. Şarkılar daima bir hikâyeye dayanır. Bu ya şairin ya da bestecisinin etkilendiği genellikle de bir aşkın hikâyesidir. Halk türkülerinde bu yelpaze daha geniştir. Hikâyelerin kategorileri, yiğitleme, güzelleme, pastoral, hatta komedi gibi oluşur. 
Saz eserlerinin sanatsal kaygıları vardır. Türk müziğinde sözsüz hikâyesi olan eser oldukça nadirdir. Hikâyesi olanlardan birinin Arap Saz Semaisi olduğunu duymuştum. Bayati makamındaki bu saz semaisinin ezgileri insanda oldukça karmaşık duygular yaratır. Şimdi bu eserin olası hikâyesine geçmeden küçük bir açıklama daha yapmak gerekiyor.
Geleneksel eğlence mekânlarında eğlence fasılla başlardı. Faslın başlamasıyla birlikte gazino dolmaya başlar eğlence gittikçe kıvamına gelirdi.
Peşrevle başlayan fasıl takım denilen ve ağırdan başlayıp gittikçe hızlanan ağır semai, semai, şarkılar, arada bir ara taksimi sonra da yine şarkılarla devam eder en sonunda da saz semaisi ile sona ererdi. Tabii fasıldaki sanatçılardan gazelhan olanları zaman zaman aşka gelip bir gazelle çıkış yapar ve gazel herhangi bir şarkının arasında tamamlandıktan sonra şarkı kaldığı yerden devam eder ve sonra başka bir şarkıya geçilirdi. Ardından solistler kıdem sırasına göre sahne alırlardı. Kıdemi en düşük solistler önce çıkardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde as solist sahneye çıkar ve eğlence doruk noktasına gelirdi.
As solistin coşku içinde bıraktığı seyirci, ısrarla birkaç defa daha sahneye çağırır ve bis şarkıları okuturdu. Ama yine de konser sona erer ve as solist seyirciyi sazlarla baş başa bırakır çekilirdi. İşte o zaman oyun havası denen beste türü devreye girer ve dansözü adeta sahneye çıkmaya kışkırtırdı. Bu eserlere oyun havası denmesinin sebebi dansözün göbek dansı yapmasına uygun ritm ve tonda bestelenmiş olmasından kaynaklanırdı. Oyun havalarının arasında zaman zaman keman, klarnet veya kanun aşka gelir dansözün ritm dışı gösterilerine eşlik ederdi. Bu gazino eğlenceleri, seyircinin coşkun, çekırkeyf veya zil zurna sarhoş olarak kendini dağıttığı erkek eğlencesiydi. Gazinolardaki konsomatris kadınların dışında müşteri olarak gelen kadın sayısı parmakla sayılacak kadar az olurdu.
Sanatçılara gelince, bunlar ismi çok duyulmuş zamanının en ünlü bestekârları bile olsa, isimleri ağızdan ağza dolaşsa da ekmek parası peşinde koşan, günübirlik kazanan ve zor koşullarda hayatını kazanan insanlardı. İçlerinde iyi kazananlar belki vardı ama onlar ya plaklarından ya da ek işlerinden kazanırlardı.
Bunların içinde en ilginç yaşam öyküleri olanlar dansözlerdi.
İşte hikâyemiz böyle bir dansözün hikâyesidir. 
Udi Mısırlı İbrahim Efendi’nin de saz heyetinde bulunduğu böyle bir gazino programında sırasını bekleyen dansözün-ki hiç biri gerçek isim kullanmaz takma isimle sahne alırdı- sıkıntılı halini gören İbrahim Efendi kısa ara sırasında kadının yanına gelir ve “az sonra sahneye çıkacak bir dansözün bu kadar durgun olmasının normal olmadığını, neden bu halde olduğunu” sorar. Dansöz “evlilik dışı çocuğunun evde çok hasta yatmakta olduğunu, aklının sürekli orada olduğunu” söyler. Birkaç kuruşluk kazancından olmamak için de sahneye çıkacağını ama durumunun seyircinin hoşuna hiç gitmeyeceğini söyler. Kim bilir belki de patron onu işten de bu yüzden atacaktır.
Mısırlı İbrahim Efendi hemen saz arkadaşlarını toplar ve bir yerlerden aklında kalmış olan bir saz semaisini onlara çalar. İki ara daha verilecektir. Aralarda tekrar birlikte çalışmaları için karar verirler ve böylece aslında bestekârı belli olmayan bu eser, Mısırlı İbrahim Efendi’nin hafızasından müzik dünyasına yeniden doğar.
Eserin ezgileri duruma ve dansözün ruh haline öylesine uygundur ki. Kimse dansöze şehvetle bakmayı akıl bile edemez. Eser zaman zaman yükselen, zaman zaman inleyen, ve zaman zaman da hızlanıp yavaşlayan temposuyla seyircinin ta yüreğine işler. Konser sona erdiğinde pek çok kişinin dudaklarında ezgilerin mırıltıları, pek çok gözde yaşlar vardır.
Patron da çok memnundur. Dansöz birkaç kuruşluk parasını alır ve çocuğuna koşar. Ne yazık ki artık çok geçtir. Ertesi gün çocuğun cenazesinde sadece bir avuç sanatkâr arkadaşı vardır.
Akşam hepsi buruk bir şekilde sahne alırlar ama dansöz artık aralarında değildir. Seyircinin dansöz umurlarında bile olmaz. Onlar akşam çalınan Bayati makamındaki Arap Saz Semaisini ısrarla istemektedirler. Gün boyu herkese bu eserden bahsetmişler ve bu sayede gazino hınca hınç dolmuştur. Saz sanatçıları büyük bir coşkuyla ve hemen hepsi ağlayarak eseri defalarca çalarlar.
İşte o güzeller güzeli Bayati Arap Saz Semaisi böyle acı bir hikâyeyle tekrar ortaya çıkmıştır. Bazı kaynaklar eserin Mısırlı İbrahim Efendi’nin bestesi olarak yazsa da o bunu hiçbir zaman sahiplenmemiş ve bir zamanlar duymuş olduğunu ve kime ait olduğunu bilmediğini söylemiştir. Ve LAEDRİ dir demiştir.
Gerçekten bu hikâye doğru mudur veya ne kadarı doğrudur kim bilebilir ki. Yazılı kaynak olmadıktan sonra bir efsane olarak bakılabilir, ancak büyük hikâyeci Sabahattin Ali bu olaydan esinlendiği bir hikâyeyi kaleme almıştır.
Aklınızda bulunsun bir gün Arap Saz Semaisi’ni duyacak olursanız ezgilerin üzerine bu hikâyeyi monte ederek dinleyin. O, çocuğu ölüm döşeğinde iken sahnede dans etmek zorunda olan dansözü görür gibi olacaksınız. Kim bilir belki de iki damla gözyaşı ile o kadıncağızın acısını paylaşacaksınızdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder